16 Ocak 2018 Salı

SİYAH ZEYTİN VE SOMUN EKMEK ÜZERİNE KURULU BİR HAYAT


Gül Name olarak objektif kimliğimizle toplumun her kesimine mikrofon uzatmaya devam ediyoruz. Durağımız MEDYAD yani Medya Mensupları Derneği. Konuğumuz Medya Mensupları Derneği Başkanı Okan Çalışkan.
                1971 yılında Tarsus’un Çavdarlı Köyü’nde “merhaba” dedi hayata. Anne ve babasının bilgi ve tecrübeleri ile adımladı hayatı korkusuzca. “Yazıyor yazıyor” diye nara atan, elleri gazete kokan çocukları taşıdı yüreğinin en güzel yerinde. Ve 1983 yılında, gazete dağıtıcısı olarak, gazeteciliğe ilk adımı attı Tarsus’un Sesi Gazetesi’nde.
                Vatanın yılmaz bekçisi olmak adına yola çıkacağı güne kadar Tarsus’un Sesi Gazetesi’nde 1992 yılına kadar mürettip, makinist ve muhabir olarak çalıştı. Vatani görevini büyük bir aşkla tamamladıktan sonra, kendinde tutkuya dönüşen gazeteciliğe 1994 yılında Turan Gazetesi’ni Tarsus’ta merhum Mustafa Çataklı ile hayata geçirerek kaldığı yerden devam etti. Bu gazetede 1997 yılına kadar genel yayın sorumlusu, yazı işleri müdürü olarak görev yapan, evli ve bir çocuk babası Okan Çalışkan’ın günümüze kadar başarıdan başarıya koştuğu muhteşem bir gazetecilik serüveni var.
                “Gül Name’ye hoş geldiniz Okan Bey… Nasılsınız?”
                Teşekkür ederim. İyiyim. Koşturup duruyorum.

            “Geçmişten günümüze hayatınızı incelediğimizde muhteşem bir gazetecilik serüveniniz var. Tebrik ediyorum sizi. Gül Name takipçileri için biraz kendinizden ve bu serüvenden bahsedebilir misiniz?”
                Giriş cümleniz için çok teşekkür ederim.  Bu insanı gururlandırıyor. Gazetecilik serüvenime gelince; 10 yaşımda ilkokul 5. sınıfa giderken gazete dağıtıcı olarak başladım bu mesleğe. 1982 yılında başladım şuan 2018 yılındayız. Hala bu mesleği yapıyorum. Kalemimde mürekkebim olursa, kameramda kasetim olursa ekmeğimi kazandığım bu mesleğimi yapmaya devam edeceğim.  Sizin takipçilerinizi heyecanla, zevkle takip ediyorum. Çok hareketliler. Özellikle dijital medyayı, sosyal medyayı bu amaç doğrultusunda kullanan herkese şükranlarımı sunmak isterim. Çok önemli. Sosyal medyanın amacı budur. Şuan Türkiye’deki istatistiklere baktığımız zaman 10 yıl önce dijital mecrada kullanım oranı yaklaşık olarak 10 milyona yakınken şuan ülke nüfusunun neredeyse tamamına yakın yani 76 milyon dijital mecra kullanım sayısı oldu. Bunu ben söylemiyorum. Bunu Basın İlan Kurulu Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Bey’in Kocaeli’nde Basın İlan Kurulu Tesisleri’nde yapmış olduğu panelde dinledim. Ve şaşırdım. Bir ülkenin nüfusu kadar dijital mecrada ilgili olan insanlar var. Bunu iyi amaç doğrultusunda kullananlara teşekkür ediyorum.
                Tarsuslu ’yum. Tarsus’un Çavdarlı Köyü’ndenim. Dağlıyım. Yörük’üm. 8 kardeşim var. Babam rahmetli. Annem bizi büyüttü. O dönem biz okumadık. İlkokulu bitirdikten sonra okumadım, çalışmak zorundaydım.  Tüm kardeşlerim üniversiteyi bitirdiler. Kardeşlerimin 3’ü öğretmendir.  Erkek kardeşlerimle çalışarak diğer kardeşlerime baktık.  Çok zorlu bir hayat geçirdim. Ama Allah’a şükürler olsun ki Rabbim bana çok şans verdi. Babayı erken kaybetmiş biri olarak farklı insanlarda olabilirdik. 8 çocuğunu büyüten bir annenin oğlu olarak bu şansın farkındayım. Siz geldiğinizde ben annemle konuşuyordum. Anneme ‘börek yapar mısın?’ diye sordum. Hala yaşadığım çocukluktan çıkamadım. Çünkü biz verilen şansın, değerin çok kıymetli olduğunu biliyoruz.
                Biz mesleğimizden dolayı camiye de gideriz restoranda da gideriz. Bazen gittiğimiz ortamlar bizi üzüyor. Ne işimiz var burada dediğimiz oluyor. Ancak bunlar mesleğimizin doğallığı. Kimseden sakladığımız, gizlediğimiz hiçbir şey yok. Gazeteciler çok farklı algılanırlar bazen. İçinde kalbi temiz, ülkesi, vatanı, milleti için canını ortaya seve seve koyacak inançlı, itikatlı arkadaşlarımız var. Bunlar gazeteciliği inanılmaz derecede güzel yapıyorlar. Gazeteci için kalem çok önemli. Cemiyetimizin bir kitapçığının üzerinde “ bugün kalemini satan yarın vatanını satar” yazıyor. Yine medya ile alakalı çok önemli gördüğüm sözlerden bir tanesi Malcolm X’in “eğer dikkat etmezseniz medya mazlumlardan nefret etmenize, zalimleri de sevmenize sebep olur” sözüdür. Bugünkü yaygın medyaya baktığımız zaman kimlerin ekranlarda, kimlerin manşetlerde olduğuna lütfen dikkat edin.  Yani 18-19 yaşlarındaki kız çocuklarını 65 yaşındaki para babaları, ağa babaları yanında sevgili diye gezdirirken bunu maalesef medya gözümüzün içine baka baka, soka soka gösteriyor. Tek tük gelen haberlerde sakat olduğu için okula gidemeyen çocuğunu anne-babası kilometrelerce sırtında taşıyarak okula götürüyor. Şimdi 65 yaşındaki kişinin 18 yaşındaki kızı yanında sevgili diye gezdirmesine mi yoksa çocuğunu sırtında taşıyan anne ve babaya mı daha çok yer veriyor yaygın medya. Geçtiğimiz günlerde sosyal sayfamda biraz empati yapalım diye “tanıdığınız şehitlerden bir tanesinin adını yazalım” dedim. Bana acı veren geldiğimiz pozisyon; şehit haberinin gelmesinden bir gün önce, şehidin cenaze töreninin olduğu gün ve bir gün sonrası medyada yer verilirken şehit haberlerine 4. gün yok medya da şehit haberleri. Allah ailelerine, milletimize sabır versin. Tüm şehitlerimize rahmet diliyorum. Bulunduğumuz yerden Yarenlik Alanı’na kadar yürüyerek önümüze çıkan insanlara Tarsus’taki en son şehidin adını sorsak Google’a bakmadan kaç kişi cevaplayabilecek. Kentimizde yaşayan ve şehidi olan kentlerde yaşayan insanlardan (ki her kentte, her köyde şehitler var); evliyse eşini yanına alıp yoksa annesini, babasını, arkadaşını, nişanlısını, sözlüsünü yanına alıp bir gün bir şehit evine ziyarete gidip “baba biz geldik, anne biz geldik” demesini rica ediyorum. Şehit ailelerinin şehit cenazesinin ardından hareketli sirkülasyon bittikten yani kalabalıklar gittikten sonra şehit yakınlarının baş başa kaldıklarındaki ruh halini Allah kimseye yaşatmasın. Allah kimseye evlat acısı yaşatmasın. Şehitlerimiz bizler için şehit düştüler. Ben şuan bu ülkede, bu kentte kameraya bakıp sizinle röportaj edebiliyorsam bunu bize sağlayanlara bakmak lazım… Camiye gidip alnını secdeye koyan insanlar o caminin hangi hür, hangi şartlarda bu kentte yapıldığını unutmaması lazım. Başta Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm şehitlerimize bize böyle bir vatan sundukları için rahmet diliyorum. Tüm şehit ailelerine tekrar buradan sabır diliyorum.
                Gazeteciler gördüğünü yazar. Ne duyarsa, ne görürse onu konuşur. Bu ülkede Kudüs için insanlar sokağa döküldü. Çıktılar eylem yaptılar. Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Burhanettin Kocamaz’ın gazetecilerle ilgili düzenlemiş olduğu etkinlikte duydum Mersin’de 350 bin Suriyeli yaşıyormuş. Bu insanlara her türlü fedakârlık yapıldı, yapılıyor. Kudüs için Türk halkı sokağa çıkarken Suriyeli bir kişiyi sokakta gören var mı?  Suriyeliyi görmediğim üç yer var; gazeteci olarak, maliye de ve Kudüs etkinliğinde görmedim.
            “Neden başka bir meslek değil de gazetecilik?”
                Benim tekrar dünyaya gelme şansım varsa, Rabbim bana bir kader, bir yol çizecekse tekrar inşallah beni bu meslekle buluşturur. Çok seviyorum mesleğimi. Eski Ömerli Mahallesi’nde büyüdüm. İlkokula giderken Tarsus’un Sesi Gazetesi’nde ustam Fethi Çevikarslan’ın yanında Tarsus’un Sesi Gazetesi çıkmadan önce gazetede çalışmaya başladım. Gazete nasıl diziliyor, nasıl çıkıyor merakıdır mesleğe adım atmamı sağlayan. İlk yaptığım iş matbaayı temizlemek, tuvaleti yıkamak, camlarını silmekti. Sonra gazete çıktı dağıtmaya başladım. Üçgen Çarşı’dan başlayıp, Eski Ankara Yolu üzerindeki en son abonemize kadar her gün yayan gider gelirdim. Bu sebeple bu kenti karış karış biliyorum.
                Bana bazen “neden hep zeytin atıyorsunuz sosyal medyada” diye soruyorlar. Kimi arkadaşlar da “zeytini oradan atıyorsun da arkadan pirzolayı götürüyorsun” diyor. Aslında zeytini sevdiğim ve sosyal bir mesaj olduğu için paylaşıyorum. Benim hayatım yarım tane somun ekmek ve yüz gram siyah zeytin üzerine kurulmuştur. Benim önüme gelmeyen teklif yoktur. Bakkaldan 100 gram zeytin yarım tane somun ekmek alamayacaksam ne yapayım. Ben acımdan ölmem. Ama şerefsizce ölmekten böyle yaşamak iyidir. Geçtiğimiz günlerde 10 0cak Gazeteciler Günü’ydü. 1982’den bu yana çalışıyorum. Ben çalışıp ta zengin olan bir gazeteci görmedim. Genel olarak konuşuyorum adam daha 2 gün ya da 10 yıl önce gazete çıkartmış altındaki arabanın parası benim hayatım boyunca malımı mülkümü satsam alamayacağım araba parası. Ben ailemin evinde oturuyorum. Adam gidiyor 400 bin liraya araba alıyor. Gazetecilik sadece bir zırh olma pozisyonuna doğru gidiyor. Şimdi burada birçok şeyi söylemek isterim de dikkate alan yok. Bir gazeteci olarak yazdıklarımın kayda alınıp duyarlılık gösterilmesini isterim örneğin.
                Trafik konusunda bu kent inanılmaz derece de daralmaya gidiyor. Yollarımız, kaldırımlarımız yetersiz. Çünkü büyüyoruz. Büyüdükçe araç sayısı çoğalıyor. İster istemez de yollar ve kaldırımlar yetersiz kalıyor. Hindistan da kutsal sayılan inekler bile özgürlükleri, serbestlikleri, dokunulmazlıkları olduğu halde gidip kaldırıma yapmaz. Trafik ışıklarının altına yapmaz. Yapsa da zaten inektir. Tarsus’ta araç sahipleri yayanın, özürlünün tekerlekli sandalyesi ile gideceği yere, trafik ışıklarının olduğu yere arabasını park ediyor. Oysa burası dünya kentidir. Çünkü burası hem İslam hem de Hristiyanlık âleminin buluştuğu noktadır. Turizm de hareketlenmeyi sağlamak için bu konuya duyarlılık gösterilmesini rica ediyorum.

            “ Türkiye gibi gündemi oldukça hareketli bir ülkede gazeteci olmak nasıl bir duygu?”
            Cezaevine girmek, vurulmak, tartaklanmak, korunamamaktır. Gazeteciyim diyorsan eğilmeyeceksin. Eğiliyorsan gazeteciyim demeyeceksin. Ülkemizdeki yaygın medya ile yerel medyaya inip baktığımızda yaygın medya ile yerel medyada çalışanlar mutlu mudur, özgürlükleri var mıdır? Türkiye de gazeteci olmak için suya sabuna dokunmayacaksın. Medyayı öyle bir şekle getirdiler ki herkesin karşısına birini koydular. Bunu bilerek yapıyorlar. Maalesef medya da çalışan arkadaşlarımız bu tuzağa düşüyorlar. Geçtiğimiz günlerde Adıyaman’daydım. Adıyaman’da vali, belediye başkanı, kurum ve kuruluşlar cemiyetin arkasında duruyorlar. Aynı hassasiyeti Tarsuslulardan da bekliyoruz. Bu kent için bir şeyler yapanları kimse desteklemiyor. Kocaeli Cemiyet başkanımız benim çok sevdiğim bir arkadaşım. Onun ricasıyla Habertürk genel müdürümüz Veyis Ateş ve Fox Tv genel müdürümüz Burhan Şentürk görüşmelerimiz neticesinde Kocaeli’nde basın onur ödülü alacaklar. Tarsuslu bir kardeşiniz olarak oradaki insanlarla bir araya gelip dostluğu sağlıyoruz. Kocaelide cemiyet 196 tane daire ve 350 tane de laptop dağıtacak gazetecilere. Biz bir yere Tarsus’u temsilen gittiğimizde Tarsus’u hatırlatacak bir hediye götürmek adına kurumlardan istekte bulunmak adına utanarak gidiyoruz. Bu kentte çalışanları dilenci pozisyonuna getirmeyin. Bu bölgede eminim en çok gezen insanlardan biri benim. Tarsus’u gittiğim her yerde konuşuyorum. Gittiğim yerlere nasıl gittiğimi bir ben bir Allah bilir. Kente katkı sağlayan insanları düşünmek gerekir. Cemiyete bir tane araba alamadık daha. Tarsus Belediyesi iyi ki var. Tarsus Belediyesi olmasa çok sıkıntı yaşarız. İyi ki Tarsus Belediyesi var. Misafirlerimiz geldiğinde ulaşım, konaklama ve ikramlar konusunda Tarsus Belediyesi destek veriyor. Cemiyetin bir arabası olmuş olsaydı belki de bu sıkıntıların hiçbirisini yaşamayacak, belki de bir kişiyi de şoför olarak çalıştıracaktık. Medya ile ilgili hem ulusalda hem yerelde gazeteci olmak büyük sıkıntı büyük. MEDYAD’ta gördüğünüz ödüller para etmese de maneviyatı yeter.
                İki yıl önce Uğur Dündar’ı getirdim Tarsus’a. 6-7 ay sonra da Fatih Portakal’ı getirdim. Sonrasında Atilla Sertel ve Yılmaz Özdil ile Mersin’de Adana’da bulundum. Bazıları “hayırdır ya hep solcu gazetecileri getiriyorsun” dedi. Oysa solcu-sağcı demeden dinlemek lazımdır. Bazı gazetecileri getirmek adına randevu almak dahi çok zordur.
                İnsan çok şey konuşmak istiyor da sizin yayın politikanız buna uygun olmadığı için konuşamıyorum.
            “Türk medyası toplumun beklentilerine cevap veriyor mu sizce?”
                Bisküvi Fabrikası’nın genel müdürünü Türk Telekom’un başına getirdiler. Türk toplumunun istediği, özlediği medyayı sunabilmek için kanalları biraz gezmek lazım. Bu ülkede en son 80 kişinin öldüğü, 30 kişinin öldüğü, 40 kişinin öldüğü onlarca şehidimizin geldiği akşam bile hoplamalı, zıplamalı, şarkılı, sözlü yayınını kesmeyen TV var. Evine ekmek götüremeyen, çoluk çocuğu aç olup da o kanalların içerisinde pirzolayı şöyle mi yesek daha iyi olur, bonfileyi böyle mi yapsak daha iyi olur, portakallı ördeği önünden mi yiyelim arkadan mı yiyelim diye insanların gözüne sokan medya var. Ben sosyal medyada toplumsal bir mesaj sunmak adına zeytin paylaşıyorum. Benim zeytini bazen çok görüyorlar. Oysa benim hayatımı 100 gr siyah zeytin ve yarım somun ekmek üzerine kurdum. Eğer ki kurmasaydım az önce söylediklerimin tamamını elde etmiştim. Arsız olurdum, hırsız olurdum, ihaleci olurdum ve bu kentte şerefsizce ölürdüm. “Bu gazeteci değil şerefsiz” derlerdi.
Gazeteci olmak istediğiniz de hür olmadığınız zaman hiçbir şey yapamazsın. Türk medyası da şuan toplumun istediği, beklediği yayını yapamıyor. Örneğin ben çok sevdiğim bir gazeteci büyüğümü Türkiye’nin en çok izlenen kanalında dinlemek istiyorum. Ama muhalif olduğu için dinleyemiyorum. Yine aynı şekilde iktidara yakın çok samimi bulduğum, çok sevdiğim birini iktidara muhalif kanalda dinleyemiyorum. Bizi böldüler, kutuplaştırdılar. Bu en çok siyasilerin, yöneticilerin işine geliyor. Kendi içinde kavgalı bir medya ile çok rahat yöneticilik yaparsın. Kimse suya sabuna dokunmuyor. Bu kentte yanlış giden bir şey yok. Bir gün Almanya’dan bir arkadaşım “Türkiye de niye yazmıyorsun” diye WhatsAapp’tan sordu. Ben de “ben kimseden korkmam yazarım” dedim. Dünyanın Türk medyasına bakış açısı; tutsak edilmiş, hiçbir şey yapamayan, Türkiye gazeteciler için dünyanın en büyük açık cezaevi şeklindedir. Gazetecilik faaliyeti dışında, gazetecilik kimliği adı altında bu ülkenin bölünmesine sebep olan, bu ülkenin birliğine, bayrağına, vatanına, milletine ihanet eden şerefsizleri demiyorum. Ama sadece gazetecilik yaptığı için bu ülkede ceza evinde olan insanlar var. Bu üzüldüğüm bir konu.

            “Tarsus medyasını ve Tarsuslu gazetecileri incelediğimizde sanki bir rekabet söz konusu gibi… Toplumun gelişmesinde ve yükselmesinde rekabet mi yoksa dayanışma mı ön planda olmalıdır bu alanda?”
                Türkiye’deki tüm il ve ilçelerin gazeteleri ile Tarsus’taki gazeteleri yan yana getirip baktığım da ben üzülüyorum. Örneğin, günlük gazetelerde renkli olan yok Tarsus’ta.  Haftalık olup da renkli olanlar da matbaa sahibi. Yani başka yerlerde rekabet etmen mümkün değil. Tarsus’ta rekabet kendi içimizdedir. Ama Tarsus basınının şöyle bir özelliği de var;  mevzu bahis kent olursa o rekabet erteleniyor herkes aynı noktada buluşuyor.
                Habertürk Genel Müdürü Veyis Ateş bir sohbetimizde bana; “Okancığım sayfanda Tarsus’u, Çamlıyayla’yı tanıtman hoşuma gidiyor. Çok özlüyorum memleketimi” dedi. Ben de; “buyur gel abi” dedim. Bu sırada aynı ortamda bulunduğumuz Kocaeli Cemiyet Başkanı hediye olarak pişmaniye, ben de cezerye bırakmıştım masa üzerine. Habertürk Genel Müdürü Veyis Ateş “memleketim gelmiş” diyerek hemen cezeryeyi açtı. Ve Tarsus’la ilgili o kadar muazzam şeyler söyledi ki… Onun bir şeyleri özlediğini hissettim. Cevizli bandırmayı, humusu, lahmacunu, şalgamı, kebabı, yüzük çorbasını, tatar çorbasını… Bunlar çok önemli. Bugün Mersin Büyükşehir ve Tarsus Belediyesi olmasa gurbette yaşayan insanlara biz bunları götüremiyoruz. Sene de birkaç günde olsa Tarsus günleri yapılıyor. Cezeryeci Halim abi cezeryesi, kaynarcı Serpil abla kaynarı, Kervan humusu, Ömür kebabı ile bu günlerde Tarsus’u tanıtmaya çalışıyorlar. Bu günleri sıkça yapmamız gerekiyor. Bunu yapmak içinde kentin medyası dinamik olmalı. Biz kentimizi tanıtamıyoruz, satamıyoruz, pazarlayamıyoruz. Sadece emeklilerin yaşadığı çok büyük huzurevi gibi bir kent oldu. Bu kentin girdisi yok. Sanayisi yok, tarımın durumu içler acısı, geçtiğimiz günlerde Mustafa Erdoğan’la da konuştuğumuz bir konu olan turizm de üzerinde düşünülmesi gereken bir konu. Tarsus’u iyi tanıtırsak 400 bin nüfusa değil 1 milyon 400 bin nüfusa ulaşır.
                Bizim cemiyetimizin çok ciddi bir geliri yok. Kendi imkânlarımızla çalışmalarımızı yapıyoruz. Bu günlere mücadele ile geldim. Mücadele etmeyi seviyorum.

            “Sosyal medyanın gazeteciliği ve Türk medyasını olumsuz etkilediğini düşünüyor musunuz?”
            Tabii ki… Dijital mecrada kullanım oranı 76 milyon. Bir ülkenin nüfusu kadardır. Sosyal medya önce yazılı medyayı bitirdi. Yazılı medya da okunma ve satış oranı ciddi boyutta düştü. Hatta gazetelerini kapatanlar var. Amerika bile çok ciddi gazetelerini kaybetti. İnsanlar şimdi bayiden gazete almıyor. Açıyor telefonunu istediği yerden istediği gazeteyi, istediği haberi, istediği yazarı okuyor. Bu da tabii ki etkiliyor. Reklam gelirleri düştü. Dünya da bu kadar çok okunup, bu kadar çok takip edilip yasası olmayan tek alan sosyal medyadır. Çünkü bir mecra yok. Her şey sosyal medyada yazılıp çiziliyor ancak kimseden tık yok. Polis bulamadığı zaman yazanı orda kalıyor. Sahte hesaplarla, asılsız haberlerle insanların özeline kadar iniliyor bazen. Benim adıma ve birkaç arkadaşımın adına böyle hesaplardan bazı gönderilere beğeni yapıldığı için biz Belediye Başkanı ile de kötü olduk. Sosyal medya olumsuz kullanılınca tehlikeli, olumlu kullanılınca iyidir.

            “Gençlere bu mesleği tavsiye eder misiniz? Bu meslekle ilgili gençlere ne gibi mesajlar sunmak istersiniz?”
                Ederim. Tarsus’ta liselerde ‘öğrenci medya buluşması’, üniversite de ‘medya ve gençlik’ seminerleri yapıyoruz. Hatta bir ara siz de gelmiştiniz. İlk girdiğimizde “gazeteci olmak isteyen var mı?” diye soruyoruz. Gazetecilik, medya nasıl yansımışsa çocuklara bir tanesi elini kaldırmıyor. Yaşanılan bazı olaylar olumsuz etki bıraktığı için gençler üzerinde bir tanesi bile el kaldırmıyor. Seminere gelen gazeteci arkadaşların muhabbetinden sonra tekrar soruyoruz; “ben iletişim fakültesini seçebilirim, biz gazeteciliği böyle bilmiyorduk” diyorlar.
                  MEDYAD duvarında asılı fotoğraflarda da görüldüğü üzere gazetecilerin hayatı yemek-içmekten ibaret değil. Bir taraftan eğlenirken diğer tarafta bir kaza haberi ile üzülebiliyor. Çoğu insan evinde sıcak yatağında yatarken benim birçok arkadaşım kazaysa kazaya, yangınsa yangına, cinayetse cinayete gidiyor haberi hazırlayabilmek için saatlerce evine gidemiyor. Ama kimileri de var; gazeteci arkadaşlarımın saatlerce emek vererek yapmış olduğu haberi hiçbir emek vermeden, izin almadan kopyala yapıştır yaparak kendi sitesinde yayınlıyor. Bu hırsızlıktır. Ben izin almadan hiçbir haberi almam.  
            “Son olarak eklemek istedikleriniz var mı?
                Teşekkür ediyorum. Çok güzel sorularınız vardı. Takipçilerinize de teşekkür ediyorum. İnşallah sıkmayacak bir konuşma olmuştur. Hoşlarına giden cümleler olmuştur, hoşlarına gitmeyen cümleler olmuştur değerlendirmek takipçilerin. Son olarak; tekrar dünyaya gelme şansım olsa Yüce Rabbimden gazeteci olmayı dilerim. Severek yaptığım bir meslek. Ömrümün son gününe kadar yapmaya da gayret edeceğim. Allah’ta inşallah bizi mahcup ettirmez. Bugüne kadar Rabbim beni korudu ve çok şans verdi. Bu şansı da yıkmak istemiyorum. Gazetecilikle ilgili şunu söyleyerek bitirmek isterim; gazeteciysen eğilmeyeceksin, eğileceksen gazeteciyim demeyeceksin. Dün kanlı, kinli olduğun insanlarla bugün haşır neşir oluyorsan gazeteciliğini değil şahsiyetini sorgulamalısın. Bu meslek güzeldir. Bu mesleği kimse kişisel çıkarları için kullanmamalıdır. Örneğin; hayatta hiçbir şeyde başarılı olamamış insanların son durağı gazetecilik olmamalı. Bu işin ya temelinden gelmek lazım, ya okumak lazımdır. Hafta bir, 15 günde bir gazete çıkartıp artistlik yapmamak lazım. Eğer ki sen kendini gazeteci olarak görmüyorsan ya da göstertmek için bir yola çıkmışsan Allah o yolda başarını daim kılsın. Kişisel hırsların yüzünden, düşüncelerin yüzünden bu meslek ile ilgili kötü durumla bırakacak hal ve hareketler içinde olursan burada en çok gazetecilik, gazeteciler zarar görüyor. Ayırım yapmadan deneyimli gazeteci ile yeni çıkmış bir gazeteciyi aynı kefeye koyuyorum. Burada hepimiz bir aileysek bizim birbirimize sıkı sıkı sarılmamız lazım. Kimseyi ayrı gayrı görmüyorum. Burası benim babamın malı değil. MEDYAD’ta bulunan her şey bu kentin. Benim Tarsus’la ilgili en büyük düşüncem, hevesim, umudum, beklentim kentimize ‘Kent Basın Müzesi’ kazandırmak. Şuan biz eşyaları topluyoruz. Çoğu rahmetli gazetecilerin kullandığı malzemeler. Daktilo, fotoğraf makinası, kalemi, kameraları vs… Yavaş yavaş topluyoruz. Biz bu kentte ‘Kent Basın Müzesi’ yapabileceğimiz, açabileceğimiz bir yer tahsis edilmesini istiyoruz. Biz bu konuda Belediye’den ve sivil toplum kuruluşlarından destek olmalarını istiyoruz. Böylece çalışan insanlara destek verdiklerini anlarız. Bu kentin hayatta olan ve hayatta olmayan gazetecilerine kıymet verdiklerini anlarız. Ben, teşekkür ediyorum.
            Biz de teşekkür ediyoruz.

                Sevgili Gül Name takipçileri! Bu yazımızda sizleri, hayatını ‘siyah zeytin ve somun ekmek’ üzerine kuran, MEDYAD Başkanı Gazeteci Okan Çalışkan ile buluşturduk. Başka bir yazıda görüşmek üzere Gül Name’de kalın, Hoşça Kalın…

Emine KUREN



http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder