25 Temmuz 2017 Salı

DEFNE AĞACI

Tarih boyunca nice şehitler, üzerinde güven ve huzurla yaşadığımız vatan toprağını, kanlarıyla suladılar. Hiç düşünmeden canını ortaya koyan, aslan yürekli bu kahramanlar geride gözü yaşlı analar, yüreği yanan eşler, boynu bükük yetimler bıraktılar. Geride bıraktıkları Allah'a ve topluma en büyük emanetleriydi... Gözlerini kırpmadan, geriye dönüp bakmadan dua dua semaya uzanan...
Bazen türkülere, bazen şiirlere, bazen yazılara konu olan vatanın yılmaz bekçileri bir bir ayrılırken vatan topraklarından, "biz bir ölür bin diriliriz" nidasıyla bir destan yazdılar dillerde dolanan...
Emirler Köyü'nün dağlarında çobanlık yapan Ahmet çocukluğundan gençliğine haykırdığı vatan, bayrak ve millet sevdasıyla ülkenin bölünmez bütünlüğünü korumak adına yollara düştü. Jandarma Uzman Çavuş olarak görev yaptığı süre içerisinde sevdası uğruna yılmadan, yorulmadan mücadele etti.
Ve 2007 yılında Nisan ayının 15. günü Ahmet Güngör'e de şehadet şerbetini içmek nasip oldu kana kana... Peygamber Efendimiz'in doğduğu mübarek ayda, Peygamber Efebdimiz'in doğumuna müjde kanatları çırpan melekler bu defa Şehit Ahmet'in şehadetinin ardından dirilişine müjde kanatları çırptı.
Şehit olduğu Hozat Tunceli'nden doğduğu Tarsus'un Emirler Köyü'ne sonsuzluklar alemine yolcu edilmek üzere getirildi. O getirilirken defin işlemleri için gerekli hazırlıklar, şehit ailesinin mezarlıkta gösterdiği yerde, dönemin Çamalan Karakol Komutanı Ahmet Ateş komutasında yapıldı.
Ailenin defin işlemi için gösterdiği yerde bulunan 'Defne Ağacı', Çamalanlı Uzun Ali lâkaplı Ali Çatal tarafından budanırken, orada bulunan herkesi duydulandıran ve göz yaşlarına boğan olay vuku buldu. Dalların budanmasıyla birlikte 'Defne Ağacı'nın gövdesinde Şehit Ahmet'in çobanlık yaptığı dönemde ağacın gövdesine büyük harflarle kazıdığı AHMET yazısı görüldü.
Koyunlarını dağda güderken mertebeni, gömüleceğin yeri mi gördün? Neydi 'Defne Ağacı'na adını kazdıran? Neydi sen şehadet şerbetini içince 'Defne Ağacı'nın altına mezarını yaptırtan? Yıllar geçsede seni örnek yaşamın, herkese nasip olmayacak şehadetin ve 'Defne Ağacı'na kazıdığın yazı ile anacağız... Şehadetin mübarek olsun... Peygamber Efendimiz'in Liva-i Hamd Sancağı altında görüşmek üzere...


Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr


Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

21 Temmuz 2017 Cuma

YIKILMADIK AYAKTAYIZ


Yıllar önce atalarımızın "Allah bu ülkeye bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın, 80 ihtilalini yaşatmasın" diyerek ettikleri duanın mahiyetini anladığımız bir gece oldu 15 Temmuz gecesi... Kadınıyla erkeğiyle, yaşlısıyla genciyle, mensup olduğu ırk sahip olduğu siyasi görüşüyle her kesimden insanın milli birlik, beraberlik ve dayanışmanın en güzel örneğini sunduğu bu gecede geçmişte olduğu gibi hiç bir gücün Türk Devleti'ni yıkamayacağının bir kez daha destanı yazıldı.


Yankılanan sela sesleri millet olarak tarihte bizleri yolculuğa çıkarırken geçmişten ders alıp gelecek adına yön verecek kararları almamıza sebep oldu. Aldığımız bu kararlarla kimimiz tankın önüne yattı kimimiz kamyonuyla adam taşıdı. Bir kısmımız dua ordusu olurken bir kısmımız meydanlara dökülüp sancağı göndere çekmenin mücadelesini verdi. Bu mücadelenin sonunda şehadet şerbetini içenler meleklerin kanatlarında Rahman'a uğurlanırken gazilik onurunu yaşayanlar farklı yaşam öyküleriyle toplumun neferi oldular.


Ne geçmişte ne de bugün yıkılmadık, yıkılmayacağız. Yılmadık, yılmayacağız. Her daim ayakta kalacağız. Sorumluluk bilinciyle yaşadığımız toplumumuzu ve ülkemizi ayakta tutmanın mücadelesinde olacağız.


Bu duygularla ülke olarak tarihten ders çıkartıp geleceği adımlamalıyız. Geleceği adımlarken de sevgi, saygı, dayanışma içinde birlik ve beraberliği sağlayarak huzurlu ve barış dolu bir toplumun inşaasının gayretinde olmalıyız. Bizi yıkmak isteyenlere karşı gözü açık olmalı her zaman ve mekanda dik duruşumuzu büyük bir onur ile sergilemeliyiz.  Vesselâm...

Emine KUREN


http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

11 Temmuz 2017 Salı

KAYANIN DİBİNDEN DOĞAN GÜNEŞ

Yaptığı erken evlilik ve ardı ardına dünyaya gelen dört erkek evladıyla köyünde verdiği mücadele dillere destandı. Kimine abla, kimine sırdaş, kimine dost, kimine de yoldaştı. Bazen sofrasındaki bir kuru ekmekle bazen de bir tas çorbayı paylaşınca mutlu olurdu. Başkalarının derdiyle dertlenip çözüm bulmak için hüzün ve gözyaşıyla çırpınırdı.


Ardı ardına olan dört evladını kısa aralıklarla evlendirmişti. Bu evliliklerden altı tane torunu olmuştu. Kendilerine ait bir arsada her bir evladına ayrı ayrı tahsis ettiği küçük kulübelerde çocukları, gelinleri ve torunlarıyla huzur içinde yaşıyorlardı. Eşi, çocukları ve gelinleri köy ağasının tarlalarında ırgat olarak çalışıyorlardı. Kendisi de köy ağasının çiftliğinde aşçılık yapıyordu.


Bir sabah mide bulantısıyla uyandı. Koşarak lavaboya gitti. Mide bulansı ve baş dönmesi yaşayınca telaşlandı. Kimse görmeden şehre gidip hamilelik testi aldı. Eve gelip bu testi yaptığında hamile olduğunu gördü ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Çünki o torun sahibi biriydi. Bu düşünceyle o kadar çok utanmıştı ki... Bu utançla hamile olduğunu kimseye söylemedi.


Kilolu birisi olunca aylarca kimse onun hamile olduğunu anlamadı. Bir sabah sancıyla uyandı. O kadar telaşlanmıştı ki eşine ve çocuklarına işe gidemeyeceğini acilen şehre gitmesi gerektiğini söyledi. Büyük bir hızla ve telaşla evden çıktı. Köy dolmuşuna bindi. Belirli bir noktaya geldiğinde dolmuştan indi ve dağa doğru yürümeye başladı. Yürürken sancısı arttı. Tüm doğum belirtileri gerçekleşirken eşine, çocuklarına, torunlarına ne diyeceğinin hüznüne kapıldı. Torunları olan birisinin nasıl olurda bebeği olur utancı yaşadığı için bebeğini dağda doğurup bir kayanın dibinde bırakma kararı aldı.


Dağda gördüğü büyük bir kayanın dibine oturup artan en son sancı ile birlikte bebeğini dünyaya getirdi. Köyün ebesinden edindiği tecrübe ile bebek doğduktan sonra yapılması gerekenleri gözyaşı ve acıyla yaptı. Bebeğini bağrına bastı, öptü ve kokladı.  Uzun uzun emzirdi. Sonra bebeğini bir kundağa sarıp okuduğu ağıt ve ettiği dualarla kayanın dibine bıraktı.


Masum bakışlı bebem ninen sanma ben ananım...
Senin hasretinden şimdiden yandı sol yanım...
Bebe kokuna doyamadım....
Oy dağlar ben nidem, durmaz akar göz yaşlarım...


Canından bir parçayı dağda bırakmış olmanın dayanılmaz acısıyla köye doğru yürümeye başladı. Köye yaklaşırken köyün girişinde yaşanan kargaşayı fark etti. Kargaşadan yükselen çığlıklarla ürperdi. Kargaşanın olduğu yere doğru koşmaya başladı. Olay yerine geldiğinde bir traktörün devrildiğini ve üzeri kapalı cesetleri gördü. Orada bulunanların kendisini gördüğünde susmalarına ve kendisine boş gözlerle bakmalarına bir anlam veremedi. Olay mahalini, devrilen traktörü ve üzeri örtülü cesetleri süzdü. Üzeri örtülü cesetlerden birinin dışardaki elinin yanında duran yün bebeği fark etti. Bu bebek torunu için işlediği bebekti. Koşarak cesedin yanına gitti. İşlediği bebeği eline aldı. Sonra cesedin dışardaki eline baktı. Bu elin sahibi torunundan başkası değildi. Feryat ederek cesedin üzerini açtı ve yüzünü öptü. Yine feryat ederek ve koşarak diğer cesetlerin üzerini açtı. Üzerlerine kapanarak ve ondan ona koşarak döktüğü gözyaşları ve feryad-ı figanı yürekleri dağladı.


Kendisi dağda iken eşi, çocukları, gelinleri ve torunları köy ağasının traktörüyle çiftliğe giderken traktör şarampole yuvarlanmış traktörü kullanan şoförle birlikte traktörün kasasında bulunanların hepsi ters dönen kasanın altında can vermişti.


Yaşadığı bu büyük acıyla tüm ailesini toprağa emanet ederken aklına dağda bıraktığı bebeği geldi. Benim dağda bir bebeğim var diye bağırmaya başladı. Herkes üzüntüden aklını yitirdiğini sandı. Köy muhtarı onun gözyaşlarına ve feryadına dayanamadı. Cenazelerin defin işlemlerinden sonra teselli olması için birkaç kişiyle birlikte atlara binerek O'nun bahsettiği kayanın dibine geldiler. Gördükleri manzara karşısında şaşkına döndüler. Güneşten yüzünün bir tarafı kızarmış bebeği alarak köye geldiler.


Kaya ismini verdiği bu bebek hayatının geri kalan kısmında en büyük tesellisi oldu. Kaya kendisini büyük emeklerle büyüten annesine lâyık bir evlat olmak adına mücadele verdi. Veterinerlik Fakültesi'ni büyük bir başarı ile bitirdikten sonra yine verdiği mücadelelerle şehirde bir klinik açtı. Köyüne tavuk çiftliği kurdu. Ziraat mühendisi biriyle evlendikten sonra işlerini genişletti. Annesine altı torun sevgisi yaşattı.


Annesi Kaya'ya 'kayanın dibinden doğan güneşim' diye iltifat ederdi. Annesinin hiç olmaz dediği bir anda şükür sebebi olan  Kaya, hayatının dönüm noktası ve annesinin itifatına ilham olan bu kayanın bulunduğu araziyi devletten satın alarak hem kendi mesleğini hem de eşinin mesleğini icra edebilecekleri bir konuma getirdi. Yine aynı araziye çocuklarıyla ve annesiyle birlikte mutlu bir şekilde yaşayabilecekleri bir ev yaptırdı. Yıllarca kendisiyle birlikte burada yaşayan annesi vefat edince annesinin vasiyeti üzerine kayanın dibine defnetti.


Hayat bazen hiç olmaz dediklerimizi karşımıza çıkarabilir. Önemli olan böyle zamanlarda karşımıza çıkan olmazları kabullenmeyi bilmektir. Ve olmazları olduran Allah'a şükredebilmektir. Vesselâm...

Emine KUREN

Gerçek Yaşam Öyküsü...

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...


CAN'DA CANDIR ŞEVKET CAN


Yıllar önceydi... Bir derneğin başkanlığını yapıyordum. Kültür Merkezi'nde bir konferans organizesi yapmıştık. Konferans öncesi bir operasyon geçirmiştim. Dikişlerim henüz üzerimdeydi. Pansuman olmak için hastaneye giderken konferansın hazırlıklarını kontrol etmek adına derneğe uğradım. Derneğe vardığımda afişlerin asılması için görev verdiğimiz arkadaşlarımızın görevlerini yerine getirmediğini gördüm. Bu duruma hem çok sinirlendim hem de çok üzüldüm. Bu sinir ve üzüntüyle afişlerin bulunduğu büyük poşeti elime aldığım gibi belediyeye gittim. Belediyenin kapısına geldiğimde rahatsızlığımın verdiği acıyla gözlerimden istem dışı gözyaşlarımın aktığını fark ettim. Elimdeki afiş poşetini bu gözyaşları ve acıyla sürükleyerek belediyenin içinde ilerlemeye başladım. İlerlerken birden karşımda bir bey belirdi. Bana önce cebinden çıkardığı peçeteyi uzattı. Sonra belediyeye gelme sebebimi ve neden ağladığımı sordu. Bende afiş astırma işlemleri için geldiğimi ve geçirdiğim ameliyattan dolayı şiddetli ağrılarım olduğunu, bu sebeple ağladığımı söyledim. Bunun üzerine elimdeki poşeti alıp beni itfaiyenin önüne kadar götürdü. İtfaiyedeki arkadaşlara gerekli işlemlerin yapılması konusunda yardımcı olmalarını söyledi. Beni büyük bir yükten kurtaran, bana yardımcı olan bu kişi dönemin fen işleri müdürü şimdinin ise Tarsus Belediye Başkanı Şevket Can'dan başkası değildi.


Birilerinin makam, koltuk sevdasıyla burunlarının kaf dağında olduğu bir devirde mütavezi kimliği ile her kesimden insanın sevgisini kazanan canda candır Şevket Can... Bu olay dikişlerimin açılmasına ve tekrar bir operasyon geçirmeme sebep olsa da soyadı gibi tüm Tarsus'a can olan birini yakından tanımama vesile olduğu için her daim büyük bir sevgiyle ve mutlulukla anıyorum...


Objektif düşüncede olan bir insanım. Siyaseti sevmiyorum, ilgilenmiyorum. Sevdiğim birkaç siyasetçi var. Sevdiğim birkaç siyasetçiden biridir Şevket Can... Bazen bana soruyorlar; "Neden seviyorsun?" Ben de diyorum ki; "başkasının haliyle hallenebilen, derdiyle dertlenebilen, mutluluğunda mutlu olabilen, acısını yüreğinde hissedebilen, ailesine ve halkına tutumu ile örnek olan, her şeyden öte en zor anımda bir hızır misali yanımda beliren ve yardımını esirgemeyen birini neden sevmeyeyim..." Bizim sevgimiz sözde değil özde, çıkarsız Allah içindir... Vesselâm...


11.07.2017

Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr


Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

2 Temmuz 2017 Pazar

KUMBARA

Soğuk bir kış günü, lapa lapa kar beyaza bürürken dört bir tarafı, doğum sancıları tutmuştu. Köy yollarının kapalı olmasından ve telefon tellerinin kopmasından dolayı ulaşımda sıkıntı yaşanmış, tüm köyü büyük bir panik ve telaş sarmıştı. Bu panik ve telaşla kar kızağı ile köyden şehire doğum için giderken bebeğini dünyaya getirmiş ancak bebeğini kucağına alamadan yolda vefat etmişti.


Karla kaplı köy yolunda dünyaya geldiği için babası ona Berfin ismini vermişti. Berfin küçük yaşlarda hayatı göğüslemiş, zor şartlar altında çok büyük mücadeleler vermişti. Önce köy hayatı ve ardından üniversite ile gelen şehir hayatı O'nu başarıya götüren basamaklar, tüm bu basamakları adımlarken en büyük destekçisi ise babasının verdiği nasihalar olmuştu.


Bir doğum günü akşamında babasıyla çaylarını yudumlarken, babası kendisi için hazırladığı doğum günü paketini buğulu gözlerle ve hayatının dönüm noktalarını oluşturacak sözlerle verdi. Babasının yürek kalemi ile tecrübe defterine not aldığı cümleler, söz olup dökülürken, büyük bir heyecan ile hediye paketini açtı. Hediye paketinin içinden çıkan ay yıldızlı kırmızı kumbarayı eline alarak babasının boynuna sarıldı, alnından ve ellerinden öperek teşekkür etti.


Berfin babasının kendisine verdiği bu kumbaraya, babasının nasihatlarını dinleyerek, hergün bir miktar para attı. Ay sonunda biriken bu parayı önceden tespit ettiği ihtiyaç sahibi başarılı bir öğrenciye ve yoksul bir aileye bağışladı. Mücadelelerinin ve sabrının meyvesini hayatının her safhasında toplayan Berfin, babasının ölümünün ardından da devam ettiği bu davranışıyla, birçok kişiye örnek olurken, bir o kadar kişininde geleceğe dair belirlediği hedeflerinin umudu oldu.


Son nefesine kadar yanından hiç ayırmadığı kumbarayla nice gençlerin, nice ailelerin umut ışığı olan Berfin'in bu örnek davranışını günümüzde de devam ettirenleri görünce çok mutlu oldum. Sosyal sorumluluk bilinciyle bu güzel hasleti ben de bir yaşam felsefesine dönüştürdüm. Ve gittiğim her yerde insanlara bu hikayeyi anlattım.


Toplumumuzun vazgeçemediği altın günlerinde onlarca pasta, börek israf ediliyor. Hem bu israfı engellemek, hem de bir umut ışığı olmak adına pastalara, böreklere edilen masraflarla ve damlaya damlaya göl olur misali kendi aramızda topladığımız meblalarla bir öğrenciye burs verebilir, bir yoksulun sofrasında ekmek, tuz olabiliriz. Tüm bunları yaparken gün arkadaşlarımızla, ailemizle istişare etmeyi ve yaşadığımız mahallede, köyde bizlerin bir tebessümüne ve bir güzel sözüne ihtiyacı olan nice insanlar olduğunu unutmamalıyız. Bu duygu ve düşüncelerle vatan, bayrak ve millet aşkıyla ülkesine can katan tüm canlara selam olsun...


 Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr


Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

YED-İ BEYZÂM...

En kıymetlim; 'Yed-i Beyzâ' yani beyaz el Hz. Musa'ya verilen en büyük mucizeydi. Bu mucizeyle devrinin kötülüklerini yok etmek adına mücadele verdi. Arâf Sûresi 108. ayet başta olmak üzere birçok ayette bahsi geçen bu mucizeden yola çıkarak 2001 yılının Haziran A'nda dünyaya merhaba dediğin gün adını Beyzâ koyduk. 

Bana annelik duygusunu yaşatan en büyük mucizem; seni ilk kucağımıza aldığımızda beyazının saf ışıklarını saçtın dünyamıza... İşte o an huzur yağdı sağnak sağnak hayatımıza... Evimizin bitmez, tükenmez bereketi oldun adeta...

Peygamber Efendimiz'in kokusunu saçının her telinde ciğerlerime kadar hissettiğim yetimim; Peygamber Efendimiz'le aynı kaderi paylaştığın gün bir yaşındaki masumiyetinle yüzüme dokunup, burnumu öptüğünde hayatın imtihanlardan ibaret olduğunu, inanarak ve mücadele ederek bu imtihanların üstesinden gelebileceğimizi hissettirdin bana... Seninle birlikte adımladığımız hayat yolunda bazen acıları yudumladık gözyaşlarıyla bazen de mutluluğa kanat çırpardık sevinç çığlıklarıyla... Tüm bu yaşadıklarımızdan öğrendiklerimiz bize kalkan oldu hayatın engebeli yollarında... Ve her şeye rağmen mücadele etmemiz gerektiğini öğretti yılmadan, yorulmadan dua dua...

Kimi zaman kardeş, kimi zaman arkadaş, kimi zaman dost olduğumuz bir tanecik evladım; hem benim, hem babanın öğrenci olmasından dolayı ilk oyuncakların kalem, defter ve kitap oldu. Sana hamileyken ve seni dünyaya getirdikten sonra seninle sürekli konuştuk. Sana ninniler, türküler söyleyip, Kur'an okuduk. Tüm bunlardan olsa gerek 8-9 aylıkken emeklemeden yürüdün ve konuştun. 4 yaşındayken de kendi kendine okuma-yazmayı öğrendin. Günlük gazeteleri okurken sergilediğin davranışların yıllar geçse de gözlerimin önünden hiç gitmiyor.

Yoldaşım, sırdaşım, geleceğe dair hayallerimin başkahramanı; doğumundan bu yaşına kadar sergilediğin mücadelelerinin ve başarılarının bana her zaman onurunu, mutluluğunu yaşattın. Yine bir mücadelenin başarısı olarak İtalya'ya gideceksin. Bu gidişin kendine, ailemize, vatanımıza ve milletimize hayırlar getirsin.

Varlığı şükür sebebim Yed-i Beyzâm; milli ve manevi duyguları özde yaşayarak, örnek yaşantısıyla toplumun neferi olman duası ve temennisiyle Rabbimiz, Peygamber Efendimiz, melekler ve şehitler yoldaşın, yolun açık olsun. Beni bıraktığın yerde sevgiyle ve duayla seni bekleyeceğimi bilmeni istiyor, görüşmek üzere seni bana mucize kılan Allah'a emanet ediyorum. Seni Allah için çok seviyorum ve o güzel yanaklarından öpüyorum.

Seninle sonsuza dek birlikte olmak isteyen annen...

Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

BİR AŞK HİKAYESİ


Evliliklerinin üçüncü ayında  tatil yapmak adına çıkmışlardı yola... Büyük bir heyecan ve mutlulukla arabaya binerken birbirlerine duydukları aşk gözlerinden okunuyordu adeta... Kat ettikleri yol aşklarını devleştiriyordu yürek atışlarında...


Direksiyon başındaki eşine dakikalarca baktıktan sonra eşinin saçını okşadı ve vitesteki elinin üzerine elini koyarak O'na duyduğu sevgiyi ve aşkı dillendirmeye başladı. Eşi de aynı şekilde duygularını dile getirdi. Karşılıklı dillendirilen duygular sel olup akarken yüreklerinden, fren sesi ve çığlıklar gökyüzüne yükseldi...


Karşı şeritten gelen tırın şoförü önündeki kamyonu sollayınca direksiyon hakimiyetini kaybederek genç çiftin bulunduğu arabaya çarpmıştı. Bu çarpma sonucu ağır yaralanan çift hastaneye kaldırılarak tedavi altına alınmıştı. Ali yaklaşık bir ay süren tedavinin ardından hastaneden çıksada Ayşe yoğun bakımdaki 6 aylık tedavi sürecinden sonra bitkisel hayata girmişti.


Hiç beklemedikleri anda trafik kazasıyla  hazanlar dökülmüştü 'iyi günde kötü günde' diyerek başlayan evliliklerinin ve mutluluklarının üzerine... Kor bir ateş düşmüştü büyük bir aşkla bağlandıkları yüreklerine...  Ya bu kor ateşini söndüreceklerdi ya da alevlenen kor ateşinde kaybolacaklardı...


Canı gibi çok sevdiği eşi Ayşe, artık bitkisel hayattaydı. Ayşe ile daha iyi ilgilenebilmek için evlerindeki bir odada yoğun bakım ünitesi kurdu. Her sabah uyandığında ilk önce Ayşe'nin yanına giderdi. Ayşe'nin kişisel bakımını yaptıktan ve ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra O'nunla konuşurdu. O'na günlük gazeteleri okur, sevdiği şarkılardan söylerdi. Tam yedi yıl boyunca sabır taşını göğsünün üzerine basarak, göz yaşında sevgisini sandal yapıp, ufka giden yolda kürek sallayarak ilgilendi Ayşe ile...


Herkes kendisi gibi sabırlı değildi. Aile bireylerinden şikayet geldikçe karısının üzerine kapanıp saatlerce ağlıyordu.  Böyle zamanlar da karısının nefesindeki sıcaklıkta şükür deryasına dalıyordu.


Melek Hemşire hastanede iki ayda bir yapılan tedavilerde en büyük yardımcısıydı. Moral kaynağı Melek Hemşire'yle dertleşmek az da olsa rahatlatıyordu. Yine birgün O'nunla dertleşirken eşinin vücudunda oluşan yaralara duyduğu üzüntüyü dile getirdi. Dile getirirken gözyaşlarını tutamadı. Öyle ki bir ara hıçkırık sesleri hastane koridorunu inletti. Melek Hemşire bu zorlu yolda sabrının mükafatını mutlaka alacağını söyleyerek teselli etmeye çalıştı. Ve bittim noktasında kuluna yetişen Allah'ı hatırlattı. Yaşadığı tüm bu zorlukların ardından gelecek olan kolaylıkları ve güzellikleri anlattı.


Yıllar gözlerinden yaş olup akarken adı gibi karekteride melek olan hemşireden evlilik teklifi aldı. Bu evlilik teklifi karşısında çok şaşırdı, hüzünlendi. Günlerce düşündü. Avukat arkadaşlarına ve çevresine danıştı. Aile danışmanlarının gözetiminde ve arkadaşlarının desteği ile çocuk esirgeme yurdunda hayatı adımlamış Melek Hemşireyle evlilik sözleşmesi yaparak evlendi. Evlilik sözleşmesinde tek madde vardı. O da büyük bir aşkla bağlı olduğu ilk göz ağrısı ile ilgiliydi. Kaç yıl olursa olsun ilk göz ağrısına ölünceye kadar en güzel şekilde bakılacaktı.


Yaşantısıyla herkesin takdirini kazanmış Ali'nin yükü Melek Hemşire ile evlendikten sonra azalmıştı. Anne ve baba özlemiyle büyüyen Melek tüm bu özlemlerini hayatının anlamı Ali'de gidermişti. Canından çok sevdiği Ali'nin mutluluğuna mutluluk katmak, bitkisel hayattaki Ayşe ile daha çok ilgilenebilmek için görevinden de istifa etmişti. Bu fedakarlığı ile Ali'nin gönlünü feth etmişti.


Yıllar sonra baba olmanın mutluluğunu yaşamıştı. Uğrunda senelerce fedakarlık yaptığı ilk göz ağrısının adını verdiği kızı tüm acılarına merhem olmuştu... Melek Hemşire verdiği sözde durup ölünceye kadar Ayşe'ye bakarken ardı ardına dünyaya getirdiği 3 evladı gösterdiği fedakarlığın en büyük ödülü olmuştu.


Hayatın en kaçınılmaz gerçeğidir ölüm... Ayşe bu acı gerçeği trafik kazasından 20 yıl sonra yaşadı. Ali onu toprağın bağrına emanet ederken, ellerinden savrulan toprağa göz yaşları karıştı. Ali, Melek ve çocukları; bir araya gelme vesileleri Ayşe'nin mezarı başında saatlarce ağlayarak dua ettiler. Aşkı ve hayatı destanlaşan Ali ve O'na bu destansı hayatta dayanak olan Melek Hemşire de fedakarlığı ile tüm gönüllerde taht kurdu.


Hayatlarından yaşama dair dersler çıkardığımız tüm canları minnetle anıyorum...

(Gerçek Yaşam Öyküsü)


Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

ZAFER SANCAĞINI GÖNDERE ÇEKEN KADIN


Türkiye'deki kadın profillerini gündeme taşımak amacıyla çıktığım yolda ilk durağım Topaklı Köyü, beni köye çeken ise yaşamı ve başarısıyla herkesin takdirini kazanmış Asuman Çetin oldu.


Asuman'ı sosyal medyadaki paylaşımları ile tanıdım. Sosyal medyada üyesi olduğu grubun yönetimiyle yaptığım görüşmelerin ardından beni Asuman'la bir araya getirdiler. Bu anlamlı buluşmaya vesile olan grup yönetimine  teşekkürlerimi sunuyorum.


33 yaşındaki Asuman yüreğindeki sevginin sıcaklığını etrafına hisettiren, dudaklarından ve gözlerinden tebessüm hiç eksik olmayan bekar bir girişimci. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın kırsal kalkınma desteklemeleri kapsamında, genç çiftçi projelerinin desteklenmesi programından, 2016 yılında 'Kanatlı Projesi'yle genç çiftçiler kervanına kadın kimliği ile katılmış.


Sabahın ilk ışıklarıyla bir gününün başladığını belirten Asuman bakımını üstlendiği hayvanlarının bakımlarını yaptıktan sonra yemek ve dinlenmek gibi ihtiyaçlarının dışındaki tüm zamanını hayvanlarıyla geçirdiğini söyledi. Tüm bu yaptıkları söz olup dilinden dökülürken, heyacanı kalp atışlarında duyuluyordu adeta...


Duygularını açık yüreklilikle dile getirirken hasbelkader müracaat ettiği 'Kanatlı Projesi'nin bir parçası olmasının mutluluğu gözlerinden ve davranışlarından okunuyordu. Benimle konuşurken ara sıra hayvanlarına sarılıp,  öpmesi ve onlarla konuşması bu mutluluğun en anlamlı ifadesiydi.


Çocukluk hayaline yıllar sonra kavuşan genç çiftçi Asuman; başarısının sırrının sevmekten geçtiğini söylerken, sevgi ve emeğin ayrılmaz bir bütün olduğunu yaşamından kesitler sunarak anlatı. Tüm anlattıklarından gördüm ki sevgisi damla damla umut olup emeğininin üzerine serpilince, zafer sancağını çekmişti göndere...


Annesini yıllar önce kaybeden Asuman başarısında babasının rolünü buğulu gözlerle ve minnet duyguları ile ifade etti. Bir çocuğun dünyaya gelmesindeki ve yaşamındaki önemli etkenlerden biridir, bir insanı zirveye taşıyan en güçlü dayanaktır baba.... En değerli varlığı babasını Asuman'ın dilinden dinlerken babasız onlarca yetim geldi aklıma... Bir baba hayatta olsa da, olmasa da koruyucu bir kalkandır çocuğuna... Babası ile arasında kuvvetli bir diyalog olan Asuman bunların  bilinciyle ve babasının desteğiyle daha nice proje ve çalışmalar yapmak istediğini babasının gözlerine bakarak anlattı.


Her genç kızın hayalidir mutlu bir evlilik... 2 yıllık üniversite mezunu genç çiftçimiz kriterlerine uygun birini bulunca evlenmeyi düşünüyor. Genç yaşta, tek başına büyük bir sorumluluğu üstlenerek başarıya ulaşmış Asuman'ın iş hayatında yakaladığı başarıyı evlilik hayatında da yakalayacağını gözlemledim konuşmalarından... Ve o konuşurken kalbimden dua ettim; "Allah karşısına kendini anlayacak, duygularının tercümanı olacak, başarıya giden yolda zafer sancağını birlikte taşıyacak bir eş çıkarsın..."


Hayvanların dahi şiddeti hak etmediğini söyleyen kadın girişimcimiz; 'Kadına Şiddet' konusuna üzüldüğünü, yetkililerin bu konuyla ilgili en kısa zamanda çözüm olacak çalışmalar yapmalarının doğru olacağını, kadınların birlik, beraberlik ve dayanışma içinde olması gerektiğini söyledi.


Tavukçuluk sektörü günümüzdeki en önemli sektörlerdendir. Anne sütünden sonra insanlar için en önemli protein kaynağı olan yumurta üreticiliği ile tavukçuluk sektöründe başarıdan başarıya koşmak istediğini duyduğumda O'ndaki azim ve kararlılığı gördüm. Bu azim ve kararlılıkla hedeflerinin peşinden koşan, attığı her adımda zaferler yaşayacağına inanan biriyle  tanışmış olmanın mutluluğunu yaşadım.


Gül Name ile çıktığım yolda bu hafta, zafer sancağını göndere çeken kadın Asuman Çetin'in evine konuk oldum. Hadi şimdi sizde en samimi dostlukların ve muhabbetlerin mimarı olan bir çay demleyin... Müsaitseniz geliyorum, beni bekleyin... Görüşmek üzere dostçakalın, hoşçakalın...


Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

BİR ÇINARIN GÖLGESİNDE ÖMRE BEDEL BİR MEDENİYET...

Yıllar önce kazandığı halde okuyamadığı ukdesi yıllar sonra Tarsus Medeniyetler Beşiği Sayfası'nda filizlenip, Tarsus ve Tarsus Halkı'nın gölgelendiği koca bir çınar oldu adeta... Hayalini kurduğu ukdeler gözlerinde ışıltı olup insanlığı yadınlatırken çınarın dalları azmin zafer sancağı oldu  bayrağı hep dalgalanan...
Azmin zafer sancağını taşıyan bir nefer olmak... Devrinin Fatih'i olmak... Ve nice fetihler gerçekleştirmek... Bir kutlu sevdayı nesilden nesile taşımak... Dava insanı olmak... Bu bilinçle davası uğruna canını ortaya koymak, her şeye rağmen sancağı elden bırakmamak... Kısaca; serden geçmenin, karanlıktan aydınlığa, hüzünden mutluluğa, yokluktan varlığa, hasretten kavuşmaya nice çağların açıldığı fethin gerçekleştiği kaledir Medeniyetler Beşiği Sayfası... Bu fethin Fatih'i olmak büyük bir onur, büyük bir mutluluk... Bu mutluluğun mimarı, gölgesinde huzur bulduğumuz 'Koca Çınarımız' sayfa kurucumuz Rıfat Çınar, editör arkadaşlarımız Münire Kantarcı Aratekin, Haluk Öner ve Emine Kuren ile Tarsus Medeniyetler Beşiği Sayfası çatısı altında bir nefes, bir ses, bir can olmanın, kutlu bir sevdada, kutlu bir davada öncülerden, rehberlerden olmanın derdindeyiz... Aynı amaç doğrultusunda bir araya gelerek nice çalışmanın, nice hayrın imzası olduğumuz candan dostlarla sonsuza denk birlikte olmanın dua ve gayretindeyiz... Biz büyük bir aileyiz... 
Amacımız; birçok medeniyete ev sahipliği yapmış Tarsus'un tarihi ve kültürel değerlerinin korunması ve tanıtılmasına katkıda bulunup sosyal sorumluluk bilincini, paylaşma, yardımlaşma ve dayanışma şuurunu geliştirmektir.
Misyonumuz; Türkiye'de ve dünyada bulunan Tarsus'lular arasında birliği, ekonomik ve sosyal yardımlaşmayı sağlayarak, yöresel kültürümüzün tanınmasına ve tüm insanlar tarafından öğrenilmesine aracı olup maddi durumu iyi olmayan hemşehrilerimizin sıkıntılarına çözüm üretmektir. Tarsus'luların tanışma ve kaynaşmalarını sağlayacak sosyal ve kültürel faaliyetler yapmaktır.
Vizyonumuz; Tarsus Medeniyetler Beşiği Sayfası olarak yerel ve evrensel değerlere sahip, azim ve kararlılıkta hemşehrilerimize hizmet eden dürüst, dinamik ve çalışkan, girişimci, gelişime açık, gelecekte söz sahibi olan,  ülkemizde ve dünya da Tarsus'un tanıtımına katkı sunan bir sosyal medya olmaktadır.
Hedeflerimiz; Daha geniş kitleye ulaşıp, bununla ilgili olarak amacına uygun çalışmalar yaparak sayfa bünyesinde gerçekleştirilen tüm çalışmaların alanını genişletmektir.
Kısaca; bir çınarın gölgesinde ömre bedel bir medeniyettir Tarsus Medeniyetler Beşiği Sayfası... Bazen bir iğnenin ucundaki damlada tarihi bir yerdir. Hiç beklenmeyen bir zamanda, mangalda pişmiş eti bir bukete sarıp, sevdiğine sevginin Tarsus'ça ifadesi olarak vermekdir. Memleket hasretindeki bir askerin yüreğindeki özleminin bir cezerye kutusuyla giderilmesidir. Kimi zaman bir yoksulun evinde göğe yükselen sevinç çığlığıdır. Geleceğin teminatı öğrencilerin yol rehberi ve hedefleridir. Tarihin, coğrafyanın, kültürün, yardımlaşma ve dayanışmanın sosyal medyada anlam bulmasının tek ifadesidir... Vesselâm...

Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

YAĞMUR FASLINDAYIM...

Yine yağmurlu bir günde yağmur faslındayım... Ve yine ben yollardayım... Yürüyorum yağmurda umuda doğru çisil çisil... Melekleri hissediyorum yüzüme vuran her bir damlada... Gök gürültüsü sabır bardağımı anlatıyor adeta... İşte o an yükseliyor gökten bir nida;
"Sabrettiğinize karşılık size selam olsun!.."(Rad Sûresi 24. Ayet)

Yağmur olanca şiddeti ile yağıyordu. Yağmurun şiddetine aldırmadan koşar adımlarla hastane kapısına yöneldi. Büyük bir hızla girdiği hastanede kendini bekleyen kaderin belirsizliği içinde yoğun bakım bölümünün önüne geldi. Geldiğinde birikmiş kalabalığı görünce üzüntü ve acıdan titreyen bedeni yere yığıldı. Saçlarına ve alnına dokunan elin sıcaklığı ile kendine gelince feryadı ve hıçkırıkları göz yaşı olup dilinden dökülen ağıtlara karışdı.

Zekâsı, hareketliliği,  yardımseverliliği ve sempatikliliği ile herkesin sevgisini kazanmış bir tanecik oğlu 20 gündür verdiği yaşam mücadelesini kaybetmişti. Aylarca karnında taşıdığı, bir emek büyüttüğü, geleceğine dair hayaller kurduğu evladı yoktu artık. Evlat acısı kor olup yüreğini alev alev yakarken, hasretinin dayanılmazlılığı daha ilk saatlerde sarmıştı tüm bedenini...

Ne büyük acı "ayağına taş, başına yaş" değmesin diyerek büyüttüğü evladının üzerine toprak atılmasını izlemek... İzlerken tüm yaşadıkları bir film şeridi gibi geçti gözlerinden. Nedenler, niçinler kurcalarken zihnini iki evlat acısı yaşamış annesinin "sabır ya hu" diyerek dua ettiğini duydu. Herkesin hüzünlü bakışları arasında annesine koşup sarıldı. "Nasıl dayandın evlatlarının acısına anne!.."

Evladından ayrı ilk gecesini annesinin verdiği seccadenin üzerinde geçirdi. Ellerini semaya her kaldırdığında acısını hafifletecek sabır diledi. Yorgunluktan ve acıdan yorulan bedeni ile secdeye kapandı.

Derin bir nefes alarak doğruldu secdeden. O an eli secdedeyken yanına gelen kızına değdi. Oğlunun geçirdiği trafik kazasından sonra günleri hep hastanede geçtiği için uzun zamandır kızını görmemişti. Kızının gözlerine derin derin baktı, saçlarını okşayarak bağrına bastı. O an bir evladı daha olduğu için şükretti.

Yağmur faslındayım... Acılarım dua... Mutluluğum dua... Düşüncelerim dua... Adımlarım dua... Her fasılda olduğu gibi yağmurun nağmelerine dokunuyor dualarım... Sabır bardağımdan şükr-ü yudumlarken  aklıma geliyor yaşadıklarım...

Bir yağmur faslındayım yine... Melekler selam verirken yeryüzüne, huzur düşüyor damla damla yüreğime... Ve ben o an anlıyorum;
Her ne kadar acılar yağmur olup sağnak sağnak yağsada, bizi bekleyen bir gök kuşağı var o yağmurun ardında...


Emine KUREN

(Gerçek yaşam öyküsü)

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...


SESSİZ ÇIĞLIĞIM OLUR MUSUN?

"Kadına Şiddet" konusu çoğu zaman Türkiye gündeminin ilk sıralarında yer alsada önlenemeyen, çözümlenemeyen muamma bir konu olmuştur. Kent Konseyi Kadın Meclisi Başkanlığı yaptığım 2016 yılı çalışma dönemi içerisinde Özgecan'la tekrar gündeme gelen konuyla ilgili "Sessiz Çığlığım Olur Musun?" projesini kaleme aldım. Projeyi kaleme almaktaki amacım; ölüm yıldönümünde Özgecan'ı anıp, bir çok medeniyete ev sahipliği yapmış Tarsus'un üzerine yapışan kara lekeyi temizleyerek, kültürel, tarihi ve coğrafi özelliklerini gündeme taşıyıp sesini dünyaya duyurmak, kadına şiddet konusuna dikkatleri çekerek şiddet gören kadınlar başta olmak üzere tüm kadınların sesi olmaktı.


Projenin tamamını uygulamaya koyamasakta proje kapsamında organize ettiğimiz programlar büyük beğeni aldı. Bu programların organizesinde emeği geçen dönemin kadın meclisi üyelerine,  destek veren Tarsus Belediye Başkanımız Şevket Can'a ve Tarsus Müftümüz Hayri Erenay'a kalbi duygularımla teşekkürlerimi sunuyorum.


Geçtiğimiz günlerde arşivimi karırşıtırken gözüme ilişen projeyi incelediğimde tekrar kaleme alarak içeriğini genişletmenin doğru olacağını gördüm. Bununla ilgili çalışmaları yapmaya başladım. Projedeki hedeflerimden bir tanesi Türkiyede bir tek şiddet gören kadın olmadığının vurgusunu yapmaktı. Türkiye'deki kadın profillerini incelediğimizde inancıyla, siyasi görüşüyle, çalışanıyla, ev hanımıyla, şehirlisiyle, köylüsüyle farklı kadın profillerini görmekteyiz. Bu profilleri en ince ayrıntısına kadar inceleyip bilir kişilerle fikir alışverişinde bulunduktan sonra projeyle ilgili çalışmamın ilk basamağının startını vereceğim.


Şu konuların altını çizmeden geçemeyeceğim; şiddet gören kadınlar olduğu gibi şiddet gören erkekler de var. Erkeğin kadına şiddeti olduğu gibi kadının erkeğe şiddeti de var. Kadının kadına şiddeti olduğu gibi güçlünün zayıfa şiddeti de var. Türkiyede her ne kadar şiddet görenler olsa da bunun yanında mutluluktan kanatlanıp uçanlarda var. Her şeyden öte tarihi, coğrafyası, kültürü ve insanıyla yaşanmaya değer bir memleketimiz var. Şarkıda da geçtiği üzere;


Havasına, suyuna, taşına, toprağına,

Bin can feda, bir tek dostuma.

Her köşesi cennetim, ezilir yanar içim

Bir başkadır benim memleketim.

Anadolum bir yanda, yiğit yaşar koynunda,

Aşıklar destan yazar dağlarda.

Kuzusuna, kurduna, Yunus'una, Emrah'a,

Bütün alem kurban benim yurduma.

Mecnun'a, Leyla'sına, erişilmez sırrına,

Sen dost ararsan koş Mevlana'ya.

Yeniden doğdum dersin, derya olur gidersin,

Bir başkadır benim memleketim.

Gözü pek, yanık bağrı, türkü söyler çobanı,

Zengin-fakir hepsi de sevdalı.

Ben gönlümü eylerim, gerisi Allah kerim,

Bir başkadır benim memleketim.


Emine Kuren ile Gül Name'de Türkiye'nin, Tarsus'un ve tüm insanlığın acısıyla, tatlısıyla, hüznü ve mutluluğuyla sesi olmak adına köşemizde yer almasını istediğiniz konularıda sırasıyla kaleme alacağımı bilmenizi istiyorum. Projeme ve bu yazıma ilham olan Özgecan'ı ölüm yıldönümünde rahmetle anıyorum. Bu duygu ve düşüncelerle bir sonraki yazımızda görüşmek üzere... Gül Name'de Kalın...


Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...


HAYATIN KÂŞİFİ

Her ne kadar acı versede sevdiklerinizin vefatı hayatın en kaçınılmazıdır. Daha dünyaya gözlerini açmadan kaybettiğim evladım ve 4,5 yıl süren evliliğimin ardından kaybettiğim eşim aklıma geldikçe bu kaçınılmaz gerçeğin yaşattığı acının yanında kazandırdığı hayat tecrübelerini görüyorum.

Toplumumuzun genel yapısında bulunan ve hayatı çekinilmez yapan bir haslettir hasta ziyaretine gidince moral vermek yerine hastayı bunalıma sokmak ve cenazeye gidince de teselli vermek yerine acıyı körükleyecek sözler söylemek, davranışlar sergilemek. Çocuğumu kucağıma alamadan anne karnında kaybettim. Bu kaybetme sürecinin bir bölümünü hastanede geçirdim. Geçmiş olsuna gelenlerin bazıları "vah, tüh, bir daha çocuğun olmaz..." gibi sözlerle bana adeta karabasan olmuşlardı. Eşimi kaybettiğimde de başsağlığına gelenlerin bir kısmı "yazık, daha çok gençsin, sakın bir daha evlenme o da ölür, dul kadınsın sakın sokağa çıkma,  şunu deme, bunu yapma..." gibi sözlerle ve davranışlarla kâbusum olmuşlardı. Bir gün ziyaretime gelen bir büyüğümle yaşadıklarımı paylaştım. Bana öyle güzel bir hayat dersi vermişti ki... Konuşmasının sonun da; "başkaları ne der diye yaşamak hayatı zehir eder. Allah ne der diye yaşamak ise dünya-ahiret mutluluğuna ulaştırır..." dedi. Hayatımın dönüm noktası olan bu sözü o günden sonra bir hayat düsturu olarak yaşamaya başladım.

Evet düsturumuz "Allah ne der?" olursa gerçek anlamda başarılı ve mutlu oluruz. Bizlere dünyada da ahirette de nimetlerin en güzellerini sunan Allah hiçbir kulunun eziyet çekmesini istemez. Rad Suresi 11. ayetinde de geçtiği üzere kişi kendi elleriyle oluşturur toplumun ve kendinin gidişatını. İşte bu sebeple Rad Suresi 11. ayetinin ışığında zihnimizi, fikrimizi, algımızı, düşüncelerimizi, sözlerimizi ve davranışlarımızı törpülemeliyiz ki dünya hayatındaki gidişatımız doğru olsun.

Yüce Allah'ın verdiğinde de aldığında da çok büyük hikmetler vardır. Benim hakkımda hayır murad etmiş olacak ki sevdiklerimi alarak beni imtihan etti. Kaybettiklerimin yanında kazanımlarım da oldu. 1.5 yaşında yetim kalan bir tanecik kızımı teselli olarak bana sundu. Tüm bunların bana kazandırdıkları ise nerde ne yapması gerektiğini bilen, düşünebilen, kararlı, dik duruşu ve onuruyla yaşayan, tüm zorluklara rağmen mücadele eden, her şeyden öte insan kalmayı başarabilen bir karekter oldu. Endiğim düsturla ve hayat tecrübeleri ile insanları tanıdım.

Ve öğrendim ki; insanları tanıdıkça hayatı keşfedersin, mutluluğun sırrına erersin. Belki bazen acı verir en güvendiğin insanların gerçek yüzünü görmek. Yüreğinin sızlanışına tercüman olur o an gözyaşların. Böyle anlarda derin bir nefes alıp bu insanların gelmişini geçmişini sabrın tahammül kollarına at gitsin. Ve tüm yaşadıklarını tecrübe defterine not al ki bu hayat yolculuğun da ilerlerken aldığın notlar her okuduğunda yol aydınlığın olsun. İşte tüm bu yaşadıklarınla hayatın kâşifi ve mutlu olursun.  Vesselam...

Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

KIRMIZI KURDELE


Karneyi elime alınca okulla ev arasındaki yolu uçarcasına adımlardım. Eve varıncaya kadar karşılaştığım herkes "hayırlı olsun, bir sonraki karnen daha iyi olsun, teşekkürün-takdirin bol olsun, iyi bir meslek sahibi olasın" şeklinde dualar ederler, temennilerde bulunurlardı. Bu dualar ve temenniler karne heyecanımı, mutluluğumu ikiye katlardı. Tüm duygularımı ikiye katlayarak, elimdeki karnemi bir gazete satıcısı edasıyla elimde sallayarak, "yazıyor karnemde notlarım yazıyor" diyerek Şehriban Hala'nın evine koşardım.

Şehriban Hala geçimini terzilikle sağlayan, kazancının büyük bir bölümünü ve ömrünü öğrencilere vakfetmiş, küçücük yüreğinde kocaman duygular yaşayan biriydi. Tüm mahallemizi ve hatta tüm Tarsus'u kuşatan sevgisi insanlarla arasında güçlü bir bağ oluşturduğu için herkes O'na Şehriban Hala derdi.

Şehriban Hala her karne günü öncesi hummalı bir çalışma yapardı. Karnesini alan tüm öğrencilerin ilk durağı Şehriban Hala'nın evi olurdu. Evin bahçesine kurulmuş yemek kazanları, piknik havasında hazırlanmış yer sofraları, bir emek süslenmiş hediyeler, yaş grubuna göre destelenmiş harçlıklar, hem derslerinde hem de sosyal yaşamda başarılı olan öğrenciler için hazırladığı boncukları ışıldayan kırmızı kurdeleler, her şeyden öte tatlı dili, güler yüzü ve sıcacık sevgisi evinin ilk durak olmasının sebebiydi.

Bizleri evinin kapısında gül suyuyla karşılayan Şehriban Hala elini öpünce saçlarımızı okşar, biraz hasbihal ederdi. Karne notlarımıza ve yaş grubumuza göre hediyelerimizi, harçlıklarımızı verir sonrada hepimizi bir emek hazırladığı sofralara oturturdu. Tüm öğrenciler sofraya oturunca birkaç adap kuralından bahsederek afiyet olsun derdi. Yemeklerimiz bitince sofra duası ettirir, ellerimizi yıkattıktan sonrada zamanın en güzel şarkılarını bizlere dinlettirirdi. Bazen oynayarak bazen de söyleyerek bu şarkılara eşlik ederdik.

Beni en çok mutlu eden sol yanıma tam kalbimin üzerine taktığı kırmızı kurdele olurdu. Çünkü bunun manevi değeri çok büyüktü, derin manalar ifade etmekteydi. Bu kurdeleyi hak etmek için hem derslerin çok iyi olacaktı hem de sosyal yaşamda örnek bir insan olacaktın. Bu sebeple derslerime çok çalışır, örnek bir insan olmak adına mücadele ederdim. Benim gibi birçok arkadaşım da bu konuda mücadele ederdi. Örnek olmak adına neler yapmazdık ki; mahallemizde yaşayan yaşlılara yardım eder, sokak hayvanlarına yemek ve su verirdik. Sokak aralarında oyunlarımızı oynarken gürültü yapmamaya özen gösterir akşam olmadan evlerimize geçerdik. Büyüklerimize saygıda küçüklerimize sevgide kusur etmezdik. Paylaşmayı, yardımlaşmayı ve dayanışmayı şiar edinerek, komşuluk ve kardeşlik hukukunu yaşayarak öğrenirdik, örnek olmaya çalışırdık. Öğrencilik hayatım boyunca tüm bunların nişanesi kırmızı kurdeleyi almanın mücadelesinde oldum. Verdiğim bu mücadelenin ektiği tohumlar filizlenip kök salarken ömrüme, verdiği meyveleri toplamaktayım bir bir şimdilerde...

Çağımızın hiçbir teknolojik aletine ve dünyadaki hiçbir ödüle değişmeyeceğim, uğrunda mücadele verdiğim, çocukluğumun unutulmaz anısı kırmızı kurdeleyi elime alınca, aklıma yaşadığım mutluluklar, kazandığım sosyal sorumluluklar geliyor ve derin düşüncelere dalıyorum. Zamanla her şey nasıl da değişti... Çocukluğumuz, insanlığımız, beklentilerimiz... Dejenere olmuş çocukluğu, insanlığı ve beklentileri gördükçe yürekten bir ah çekip gözyaşı döküyorum. Yaşadığım çocukluğa binlerce şükrediyorum... Vesselam...

Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

KADINLARDAN GELEN YOĞUN İSTEK ÜZERİNE



Evet o kadar çok istek geldi ki konuyla ilgili... Bana da tüm kadınların duygularına tercüman olmak düştü. Yıllardır yapmış olduğumuz çalışmalarda, konferanslarda, seminerlerde, radyo programlarında, toplantılarda hep gündeme gelen bir konu oldu. Ve belirli zaman aralıklarında dile getirmenin doğruluğuna inandım.


Kadın, sosyal yaşamın vazgeçilmezidir. Sadece biyolojik bir varlık değil merhameti, sevgisi, şefkati, tahammülü ve sabrı ile manevi neferidir toplumun. Rabbimizin ayetleriyle yüceltilen, Peygamber Efendimizin övgüsüne mazhar olan, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e kahramanlık duygusunu yaşatan kadın, başlı başına bir okuldur. Milletin bekâsı bu okulun eğitimiyle mümkündür. Böylesi büyük bir öneme haiz kadının toplum içinde yaşadığı birçok sıkıntıya şahit olduk yıllarca. Şimdi bu sıkıntılardan iki tanesini gücüm yettiğince kısaca dile getirmek istiyorum.


Kadın sosyal medya da bir erkeğin paylaşımını beğendiğinde ya da bir erkeğin paylaşımına yorum yaptığında o erkeği beğeniyor yakıştırması yapılır hemen. Yolda giderken bir erkeğe selam verdiğinde ya da tanıdığı bir erkeğin iş yerini ziyaret ettiğinde o erkekle aralarında bir şey olduğu söyleminde bulunulur düşüncesizce. Giyimiyle, konuşmasıyla, davranışıyla toplumun ön yargısının kurbanı olmuştur bazı zamanlarda canice. Yargısız infazın cellat beyinlilerini kadınlar olarak esefle kınıyoruz. Ve şunu hatırlatmak istiyoruz; Toplumların ve milletlerin varlık sebebi kadının maruz kaldığı bu ve benzeri psikolojik şiddetler kadından ziyade kadının yaşadığı topluma ve millete yapılan büyük bir yıkımdır. Bu yıkımın ardındaki moloz olmamak adına kadına hak ettiği değeri vermek gerekir.


KAÇAK HAYATIN GÖÇEK İNSANLARINI YÜCE YARGIYA ŞİKAYET EDİYORUZ...


Neredeyse herkesin bir sosyal medya hesabı var. İyi yönde kullanıldığında hayatı kolaylaştıran sosyal medya ne yazık ki kötü kullanımından dolayı asrın bağımlılık hastalığı oldu. Bu hastalığın pençesinde kıvranan bazı insanlar etkili tedavi yöntemlerini kabul etmedikleri için hem kendilerine hem de topluma zarar verir hale geldi. Göçek gibi oynak şahsiyetli bu insanlar en büyük zararı ise çakma hesaplar üzerinden   vermektedirler. Çakma hesaplar üzerinden karşı cinsi cinsel içerikli mesajlarla taciz ederek kendini tatmin etmeye çalışan bu insanlar kaçak hayatın girdabında göçek şahsiyetiyle yok olmaya mahkûmdurlar. Bu insanları Allah'ın yüce yargısına şikayet ediyoruz. Vesselâm...


Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

TUTKUNUN VE ÖZLEMİN ARASINDA BİR HAYAT

Soğuk kış gecelerinde evinde sobanın başında oturmayı, sıcacık bir fincan çay içmeyi, yazın bunaltıcı sıcağında ağaçların serinliğinde piknik yapmayı, ailesiyle ve dostlarıyla doyasıya hasbihal etmeyi o kadar çok özlemişti ki... Ancak tutkusu onu bu özlemlerinden hep uzak tuttu. Özlemleri ve tutkusu arasında kalmanın zorluğuna dair destanlaşmış hikayeleri geleceğine dair yol aydınlığı oldu.

Her telefon çalışı onun için yeni bir macera, yeni bir hayat demekti. Yine birgün telefon sesiyle irkildi. Gelen bilgi doğrultusunda masasından kalkıp tutkusunun şahidi fotoğraf makinasını alarak ürkek, ihtiyatlı ve heyecanlı adımlarla ofisinin kapısından çıktı. Kalp atışlarının sesinde, bilinmezlerin ötesinde, alnından akan ter damla damla tutkusuna süzülürken yolları adımladı.

Yaşadığı şehrin otoban girişinde bir trafik kazasını haber yapmak adına yola düşmüştü bu kez... Olay mahaline gelince kendisini büyük bir hengamenin içinde buldu. Ambulanslardan ve polis arabalarından yükselen acı siren sesleri, yaralılara müdahale eden ilk yardım ekipleri, feryad eden insanlar,  ortalığı yatıştırmaya çalışan polisler,  acı içindeki yaralılar ve üzerleri gazete ile örtülmüş ölüler bu hengamenin bir parçasıydı. Kaza ile ilgili bilgi edinmek adına gözüne kestirdiği bir polis memurunun yanına gitti. Tırla çarpışan yolcu otobüsü şaranpole yuvarlanmış otobüsteki yolcular etrafa savrulmuştu. Yirmi bir yolcu ölmüş on iki yolcu da ağır yaralanmıştı. Polis memurundan olayla ilgili bilgileri dinlerken birkaç kare fotoğraf çekmek istedi. Gözünü fotoğraf makinasının merceğine yaklaştırdı çekim için ayarlamalarını yaparken bir ölünün üzerinde serili, gecesini gündüzüne katarak çalıştığı, kana boyanmış gazeteyi fark etti. Yakın çekim yapmak adına ölünün yanına gittiğinde rüzgarın esintisiyle uçuşan gazeteyi tutmak için bir hamle yaptı. O an ölünün yerde serili upuzun saçlarına dikkat kesildi. Birkaç dakika boş gözlerle yüzüne baktı.

Fotoğraf makinası elinden düştü. Sonra dizlerinin üzerine çöktü. Saçlarını okşadı. Hıçkırıklarla bağırarak üzerine kapandı. Kimse ne olduğunu anlamamıştı.

Mesleğinde bir duayendi. İki erkek evladından sonra dünyaya gelen kızı sınıf öğretmenliği ikinci sınıf öğrencisiydi. Babası için düzenlediği doğum günü süprizini gerçekleştirmek adına okuldan birkaç günlüğüne izin almıştı. Doğum günü hediyesi olarak da babasının yirmibeş yıl boyunca yazılarının çıktığı gazetelerden ve çektiği fotoğraflarından oluşan bir sergi düzenlemişti. Büyük bir heyecanla ailesinden habersiz yola çıkmıştı. Ancak geçirdiği trafik kazasıyla babası için düzenlediği doğum günü süprizini gerçekleştiremeden sonsuzluklar alemine göç etmişti. Geriye babası ve ailesi için dayanılmaz bir acı bırakmıştı.

Hayatının dayanılması güç ve bir o kadar da acı anısını yaşamıştı. Kızının üzerine elleriyle toprak atarken toprağı sulayan gözyaşlarında filizlenecek tecrübeleri insanlığa en büyük hediyesi olacaktı.

Tutkusu ve özlemleri arasında nice acıları, nice çileleri göğüsleyerek vatanın ve millettin bütünlüğünün korunmasında büyük emeği olan, objektif kimliğiyle, tarafsızlık ilkesiyle, gece-gündüz, sıcak-soğuk demeden özveriyle çalışan fedakâr, cefakâr tüm gazetecilerimizi minnetle anıyorum.


Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

ÇAT KAPI


Annem çalışan ve aynı zamanda çok sosyal bir kadındı. Onun günü sabah namazıyla başlardı. Sabah namazının ardından yemekten temizliğe tüm ev işlerini yapar, sonrasında da çocukları ve eşi uyanmadan kahvaltı masasını hazırlardı. Hepimizi bir beyit, bir mani, bir şiir ya da bir türküyle uyandırırdı. Çocuklarını okula eşini de iş yerine duayla uğurladıktan sonra atölyesine işinin başına geçerdi. Annem zamanının en iyi terzisiydi. Tasarladığı modeller, çalıştırdığı ve yetiştirdiği elemanlar yaşadığı topluma en büyük mirastır.


Bazı zamanlar iş yorgunluğunu atmak, bizlerle vakit geçirmek ve her şeyden öte sevdiklerini ziyaret etmek adına elimizden tutarak çat kapı yapardı. Ziyaret amaçlı çat kapı yapacağımız evin önüne geldiğimizde varsa kapı zilini çalar yoksa kapı tokmağı ile üç kez kapıya vururdu. Ev sahibi kapıyı açınca, annem "Müsait misiniz?" diye sorardı. Eğer müsait  değillerse nazikçe müsait olmadıklarını, başka bir zaman diliminde mutlaka beklediklerini söyler, hatta bazı zamanlarda 'falanca gün, şu saatte buyrun gelin' derdi. Şayet müsaitlerse büyük bir memnuniyetle içeriye davet ederdi. Haberleşme araçlarının pek olmadığı o dönemlerde yapılan bu çat kapıdaki samimiyeti, dostluğu, sevgiyi ve mutluluğu anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalır.


Zamanın şartlarında yapılan çat kapıdaki o anları çok özledik. Ev sahibi müsait olmasada kapı eşiğinde edilen hasbihal, müsaitse eğer birlikte geçirilen zaman ne kadar güzel ve de özeldi. Bazen kapının eşiğinde birlikte acılarımızı göğüslerdik göz yaşlarıyla, bazen de mutluluğumuzu paylaşırdık kahkaha sesleriyle. Kapının eşiğini adımlayıp içeriye girerken sevginin sıcaklığı sarardı tüm bedenimizi. Böyle anlarda ev sahibi olmakta, misafir olmakta ayrı bir güzel olurdu, huzur verirdi. Misafir geldikçe bereketleşen sofra bu güzelliğin, bu huzurun en büyük şahidiydi.


Teknolojinin en son yeniliklerinin bulunduğu günümüzde neredeyse herkesin bir cep telefonu var. İnsanlar zamanının büyük bir bölümünü cep telefonlarıyla dolayısıyla internette geçiriyorlar. Hal böyle olunca sosyal ilişkiler de dejenere olmuş durumda. Misafirlik, ev sahipliği kısaca ev gezmeleri rafa kaldırılmış durumda. Aynı ailede yaşayan bireyler dahi birbirinden kopuk bir hayat yaşıyorlar. Oysa elzem olan çağın getirdiklerini doğru kullanmaktır. Doğru kullandığımız sürece özlemle yad ettiğimiz, kapı eşiğinde bıraktığımız dostluklar yeniden filizlenecektir.


Radyo programım "Gül Name" dinleyicilerinden yaşlı bir teyzem iyi bir radyo dinleyicisiydi. En büyük hayali beni görmekti. Birgün radyodaki arkadaşlarla sürpriz bir ziyaret düzenleyip teyzemize çat kapı yaptık. Kapıda beni görünce o kadar çok şaşırmış ve de mutlu olmuştu ki... Sevinç çığlıkları hala kulaklarımda yankılanıyor. Dört evladı olmasına rağmen yalnızdı ve eşi de yıllar önce ölmüştü. Teyzemizi bu çat kapıdan sonra sık sık ziyaret ettim, telefonla aradım. Ancak bir ara çok yoğun bir çalışma tempom oldu. Bu süre zarfında ziyaret edemedim, arayamadım. Birgün sabah saatlerinde bir arkadaşım telefonla beni arayarak teyzemizin vefat ettiğini söyledi. Tüm işlerimi bırakıp teyzemizin evine koştum. Cenaze henüz evdeydi. Vefat ettiği odaya girdiğimde hayatımın en büyük dersini almıştım. Bir hafta önce ölmüştü. Komşuları evden gelen koku üzerine polisi aradıklarında vefat ettiği ortaya çıkmıştı. Evladı olup yalnız olmak ne acı... Komşuları, arkadaşları olup kimsenin ziyaret etmemesi ne acı... Yaşadığım bu olayla kaybetmeden kıymet bilmenin önemini anladım.


Sizlerden zamanınızı, dostluklarınızı, sağlığınızı cep telefonlarına, internete kurban etmemenizi, tüm bu değerlerin kıymetini kaybetmeden bilip haftada en azından bir ziyaret gerçekleştirmeyi düstur edinmenizi rica ediyorum. Yazımızın sonuna geldiğimiz şu dakikalarda bu yazının son paragrafı niteliğinde olacak, sizleri ve beni sevginin, muhabbetin manevi ikliminde yolculuğa çıkaracak bir çat kapı yapalım mı? Ben bu duygularla şimdi yan komşuma geçiyorum. Tekrar görüşmek üzere... Hoşçakalın...


Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

SENDE SAKLI

Ömrün sayfaları bir bir aralanırken ne çok acılar, ne çok mutluluklar bıraktık geride... Neydi onca acıyı yaşatan? Neydi mutluluktan sevinç çığlıkları attıran ve geride onlarca anıyı ömür sayfasına yazdıran?..

En heyecanlı bekleyişlerin mutluluğa dönüştüğü kapıdır doğumhane kapısı... Dünyanın en masum varlığını ilk kez kucağına aldığında kalp atışlarının sesi sevinç çığlığı olarak göğe yükselir. Daha ilk dakikarda başlarsın canından parçanın geleceğine dair hayallerini kurmaya. İlk doğum gününü süprizi, okul telaşı, mesleğe attığı ilk adım, nerede askerlik yapacağı, nasıl biriyle evleneceği, kaç çocuk dünyaya getireceği... Zihninde yaşattığın bunca hayalin gerçeğe dönmesinin ümidiyle yaşarsın bıkmadan, yorulmadan...

Eledim eledim höllük eledim,

Aynalı beşikte canan bebek beledim.

Büyüttüm besledim asker eyledim,

Gitti de gelmedi canan buna ne çare,

Yandı ciğerim de canan buna ne çare.

Kapı zilinin en acı sesi bir komutanın hüzünlü dokunuşunda türkü türkü göğe yükselir. Kapıyı açınca bir sessizlik bürür her yeri o an... Gözlerinin derinliklerine bakarsın. Kelimeler dudaklarına takılır, boğazında düğümlenir. Yarım kalan hayaller göz yaşı olup süzülürken birkaç kelime kısık ses olur. 'Oğlunuz şehit oldu!..' 'Vatan sağolsun!..' İşte o an yarım kalan hayaller şimşek olup çakar tüm bedeninde... Hiç durmadan koşmak, haykırmak, ağlamak istersin. Bir tanecik evladın kanıyla vatan topraklarını sulayarak şehit olup geride acı, göz yaşı ve şehitlik mertebesinin onurunu bırakmıştır.

Doğum ve ölüm... Bu ikisi arasında geçen bir ömür... Bazen kısa, bazen uzun... Kimi zaman acı, kimi zaman mutluluk... Gerçek olan tek şey senin ömrüne sığdırabildiklerin. 'Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için yaşamak' düsturun olsun. Bu düsturla yaşarsan iz bırakanlar kervanına sen de katılırsın sonsuzluklar alemine giderken... Ya şehitlik mertebesine ulaşıp iz bırakırsın ya da ömür sermayeni boşa harcadığın için silik olursun. Kısaca her şeyin sende başlayıp sende bitiğini bilmelisin.

İşte, koskaca bir yılı daha geride bırakma arefesindeyiz. Ezan ve sela sesi arasında geçen ömrümüzde yaşadıklarımızın, yaşattıklarımızın tek nedeni aslında kendimiziz. Bu dünyadan ya şerefli bir şehit ya da şerefsiz bir terörist olarak gideceğiz. Ya ardımızdan sevgiyle dua eden ya da öfkeyle beddua eden insanlar bırakacağız. Ya Habil'in onurlu soyunu devam ettireceğiz ya da Kabil'in şahsiyetsiz soyunu devam ettireceğiz. Her yeni yıl acıların mutluluğa, göz yaşlarının tebessüme, birlik, beraberlik ve dayanışmanın kardeşliğe dönüştüğü, terör olaylarının yaşanmadığı bir yıl olsun. Bunun gayreti ve duası içinde olmalısın. Vesselâm...

Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

ŞANLI BİR DEVRİN ŞAHİDİ SÜPÜRGE OTU


Çocukken hafta sonlarını iple çekerdim. Köye anneanneme gideceğimin heyecanıydı hafta sonunu bu denli özlemli kılan bende...

Anneannem Kurtuluş Savaşı'nı bizzat yaşamış tarih gibi bir kadındı. Ülkenin kurtuluş mücadelesi verdiği dönemlerde süpürge örmeyi öğrenmiş ve bu mesleğini son nefesine kadar icra etmişti. 

Köy dolmuşundan inince koşarak giderdim anneannemin evine... Kapıyı açınca ilk sorduğu soru "aç mısın kızım" olurdu. Ve ben daha cevap vermeden elleriyle pişirdiği köy ekmeği ve bir emek yetiştirdiği köy domatesi ile hazırladığı dürümü uzatırdı bana... Misafirperliğin, cömertliğin en samimi en lezzetli ifadesi domates dürümünü yedikten sonra birlikte süpürge ördüğü düzeneğin yanına giderdik.

Anneannem süpürge otu destesini eline alınca önce besmele çeker sonra da derin bir nefesle koklardı. Ve ardından göz yaşları süzülürdü damla damla şanlı bir tarihin şahidi süpürge otu destesinin üzerine... Sonra dudaklarından tarih dökülürdü bir bir kazırcasına zihnimin derinliklerine... Bu cesur Anadolu kadını tarihi damla damla yüreğime akıttı, bir bir zihnime kazıdı her defasında...

Bir Tarsus'un kurtuluş yıldönümünde ziyaretine gitmiştik yine... Zira bize güzel bir gelecek bırakan elleri öpülesi ecdadımızı ziyaret ederek, hayırla yad ederek, bıraktıkları emanetlere sahip çıkarak minnet borcumuzu ödememiz gerekiyordu. İşte bu düşünceyle ziyaretine gittiğimiz o gün elindeki süpürge otu destesinden bir süpürge otunu bana uzattı ve "bununla ne yapabilirsin" diye sordu. O an ne cevap vereceğimi şaşırdım. Ne yapılabilirdi ki bir tek otla?..  Ben şaşkın gözlerle yüzüne bakınca bir cengaver ruhuyla elimden aldı süpürge otunu. Sağ elinde bir süpürge otu sol elinde süpürge otu destesi bize bakarak; "insanoğlu bu süpürge otu gibidir. Tek başına zayıf ve işe yaramazdır. En küçük bir esinti de savrulur, yok olur. Bu sebeple şu elimde gördüğünüz süpürge otu destesi gibi birbirinize sımsıkı bağlanın. Vatan, millet, bayrak ve iman aşkı sizi bir araya getirip bağlayan iptir. Siz bu iple birbirinize bağlı kaldığınız sürece dış güçlerden gelen tüm kötülükleri silip, süpürüp yok edersiniz. Size tavsiyem elinize her süpürgeyi aldığınızda size anlattıklarımı düşünmeniz, atalarınızın emanetlerine sahip çıkmanız gerektiğini hatırlamanız" dedi.

Her ne kadar günümüzde örme süpürgelerin yerini elektrikli süpürgeler alsada ben evimin bir köşesinde mutlaka anneannemin örme süpürgesini bulunduruyorum. Ona baktıkca annenemi ve onun bize bıraktığı emanetlerini hatırlıyorum.

113 yaşında vefat eden anneannemi ve vatanı milleti için şehadet şerbetini içmiş tüm şehitlerimizi rahmetle anıyor, ülkemizde yaşanan tüm olumsuzluklara karşı milletimizi birlik, beraberlik ve dayanışmaya davet ediyorum. 27 Aralık Tarsus'un Kurtuluş Yıldönümü 'nü kalbi duygularımla kutluyorum.


Emine KUREN

(Yazıda geçen hikaye gerçek bir yaşam öyküsüdür... Anneanne Özbek Köyü'nde yaşamış, ördüğü süpürgeleri dillere destan Pakize NİNE'dir...)
20.12.2016

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...