2 Temmuz 2017 Pazar

TUTKUNUN VE ÖZLEMİN ARASINDA BİR HAYAT

Soğuk kış gecelerinde evinde sobanın başında oturmayı, sıcacık bir fincan çay içmeyi, yazın bunaltıcı sıcağında ağaçların serinliğinde piknik yapmayı, ailesiyle ve dostlarıyla doyasıya hasbihal etmeyi o kadar çok özlemişti ki... Ancak tutkusu onu bu özlemlerinden hep uzak tuttu. Özlemleri ve tutkusu arasında kalmanın zorluğuna dair destanlaşmış hikayeleri geleceğine dair yol aydınlığı oldu.

Her telefon çalışı onun için yeni bir macera, yeni bir hayat demekti. Yine birgün telefon sesiyle irkildi. Gelen bilgi doğrultusunda masasından kalkıp tutkusunun şahidi fotoğraf makinasını alarak ürkek, ihtiyatlı ve heyecanlı adımlarla ofisinin kapısından çıktı. Kalp atışlarının sesinde, bilinmezlerin ötesinde, alnından akan ter damla damla tutkusuna süzülürken yolları adımladı.

Yaşadığı şehrin otoban girişinde bir trafik kazasını haber yapmak adına yola düşmüştü bu kez... Olay mahaline gelince kendisini büyük bir hengamenin içinde buldu. Ambulanslardan ve polis arabalarından yükselen acı siren sesleri, yaralılara müdahale eden ilk yardım ekipleri, feryad eden insanlar,  ortalığı yatıştırmaya çalışan polisler,  acı içindeki yaralılar ve üzerleri gazete ile örtülmüş ölüler bu hengamenin bir parçasıydı. Kaza ile ilgili bilgi edinmek adına gözüne kestirdiği bir polis memurunun yanına gitti. Tırla çarpışan yolcu otobüsü şaranpole yuvarlanmış otobüsteki yolcular etrafa savrulmuştu. Yirmi bir yolcu ölmüş on iki yolcu da ağır yaralanmıştı. Polis memurundan olayla ilgili bilgileri dinlerken birkaç kare fotoğraf çekmek istedi. Gözünü fotoğraf makinasının merceğine yaklaştırdı çekim için ayarlamalarını yaparken bir ölünün üzerinde serili, gecesini gündüzüne katarak çalıştığı, kana boyanmış gazeteyi fark etti. Yakın çekim yapmak adına ölünün yanına gittiğinde rüzgarın esintisiyle uçuşan gazeteyi tutmak için bir hamle yaptı. O an ölünün yerde serili upuzun saçlarına dikkat kesildi. Birkaç dakika boş gözlerle yüzüne baktı.

Fotoğraf makinası elinden düştü. Sonra dizlerinin üzerine çöktü. Saçlarını okşadı. Hıçkırıklarla bağırarak üzerine kapandı. Kimse ne olduğunu anlamamıştı.

Mesleğinde bir duayendi. İki erkek evladından sonra dünyaya gelen kızı sınıf öğretmenliği ikinci sınıf öğrencisiydi. Babası için düzenlediği doğum günü süprizini gerçekleştirmek adına okuldan birkaç günlüğüne izin almıştı. Doğum günü hediyesi olarak da babasının yirmibeş yıl boyunca yazılarının çıktığı gazetelerden ve çektiği fotoğraflarından oluşan bir sergi düzenlemişti. Büyük bir heyecanla ailesinden habersiz yola çıkmıştı. Ancak geçirdiği trafik kazasıyla babası için düzenlediği doğum günü süprizini gerçekleştiremeden sonsuzluklar alemine göç etmişti. Geriye babası ve ailesi için dayanılmaz bir acı bırakmıştı.

Hayatının dayanılması güç ve bir o kadar da acı anısını yaşamıştı. Kızının üzerine elleriyle toprak atarken toprağı sulayan gözyaşlarında filizlenecek tecrübeleri insanlığa en büyük hediyesi olacaktı.

Tutkusu ve özlemleri arasında nice acıları, nice çileleri göğüsleyerek vatanın ve millettin bütünlüğünün korunmasında büyük emeği olan, objektif kimliğiyle, tarafsızlık ilkesiyle, gece-gündüz, sıcak-soğuk demeden özveriyle çalışan fedakâr, cefakâr tüm gazetecilerimizi minnetle anıyorum.


Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

ÇAT KAPI


Annem çalışan ve aynı zamanda çok sosyal bir kadındı. Onun günü sabah namazıyla başlardı. Sabah namazının ardından yemekten temizliğe tüm ev işlerini yapar, sonrasında da çocukları ve eşi uyanmadan kahvaltı masasını hazırlardı. Hepimizi bir beyit, bir mani, bir şiir ya da bir türküyle uyandırırdı. Çocuklarını okula eşini de iş yerine duayla uğurladıktan sonra atölyesine işinin başına geçerdi. Annem zamanının en iyi terzisiydi. Tasarladığı modeller, çalıştırdığı ve yetiştirdiği elemanlar yaşadığı topluma en büyük mirastır.


Bazı zamanlar iş yorgunluğunu atmak, bizlerle vakit geçirmek ve her şeyden öte sevdiklerini ziyaret etmek adına elimizden tutarak çat kapı yapardı. Ziyaret amaçlı çat kapı yapacağımız evin önüne geldiğimizde varsa kapı zilini çalar yoksa kapı tokmağı ile üç kez kapıya vururdu. Ev sahibi kapıyı açınca, annem "Müsait misiniz?" diye sorardı. Eğer müsait  değillerse nazikçe müsait olmadıklarını, başka bir zaman diliminde mutlaka beklediklerini söyler, hatta bazı zamanlarda 'falanca gün, şu saatte buyrun gelin' derdi. Şayet müsaitlerse büyük bir memnuniyetle içeriye davet ederdi. Haberleşme araçlarının pek olmadığı o dönemlerde yapılan bu çat kapıdaki samimiyeti, dostluğu, sevgiyi ve mutluluğu anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalır.


Zamanın şartlarında yapılan çat kapıdaki o anları çok özledik. Ev sahibi müsait olmasada kapı eşiğinde edilen hasbihal, müsaitse eğer birlikte geçirilen zaman ne kadar güzel ve de özeldi. Bazen kapının eşiğinde birlikte acılarımızı göğüslerdik göz yaşlarıyla, bazen de mutluluğumuzu paylaşırdık kahkaha sesleriyle. Kapının eşiğini adımlayıp içeriye girerken sevginin sıcaklığı sarardı tüm bedenimizi. Böyle anlarda ev sahibi olmakta, misafir olmakta ayrı bir güzel olurdu, huzur verirdi. Misafir geldikçe bereketleşen sofra bu güzelliğin, bu huzurun en büyük şahidiydi.


Teknolojinin en son yeniliklerinin bulunduğu günümüzde neredeyse herkesin bir cep telefonu var. İnsanlar zamanının büyük bir bölümünü cep telefonlarıyla dolayısıyla internette geçiriyorlar. Hal böyle olunca sosyal ilişkiler de dejenere olmuş durumda. Misafirlik, ev sahipliği kısaca ev gezmeleri rafa kaldırılmış durumda. Aynı ailede yaşayan bireyler dahi birbirinden kopuk bir hayat yaşıyorlar. Oysa elzem olan çağın getirdiklerini doğru kullanmaktır. Doğru kullandığımız sürece özlemle yad ettiğimiz, kapı eşiğinde bıraktığımız dostluklar yeniden filizlenecektir.


Radyo programım "Gül Name" dinleyicilerinden yaşlı bir teyzem iyi bir radyo dinleyicisiydi. En büyük hayali beni görmekti. Birgün radyodaki arkadaşlarla sürpriz bir ziyaret düzenleyip teyzemize çat kapı yaptık. Kapıda beni görünce o kadar çok şaşırmış ve de mutlu olmuştu ki... Sevinç çığlıkları hala kulaklarımda yankılanıyor. Dört evladı olmasına rağmen yalnızdı ve eşi de yıllar önce ölmüştü. Teyzemizi bu çat kapıdan sonra sık sık ziyaret ettim, telefonla aradım. Ancak bir ara çok yoğun bir çalışma tempom oldu. Bu süre zarfında ziyaret edemedim, arayamadım. Birgün sabah saatlerinde bir arkadaşım telefonla beni arayarak teyzemizin vefat ettiğini söyledi. Tüm işlerimi bırakıp teyzemizin evine koştum. Cenaze henüz evdeydi. Vefat ettiği odaya girdiğimde hayatımın en büyük dersini almıştım. Bir hafta önce ölmüştü. Komşuları evden gelen koku üzerine polisi aradıklarında vefat ettiği ortaya çıkmıştı. Evladı olup yalnız olmak ne acı... Komşuları, arkadaşları olup kimsenin ziyaret etmemesi ne acı... Yaşadığım bu olayla kaybetmeden kıymet bilmenin önemini anladım.


Sizlerden zamanınızı, dostluklarınızı, sağlığınızı cep telefonlarına, internete kurban etmemenizi, tüm bu değerlerin kıymetini kaybetmeden bilip haftada en azından bir ziyaret gerçekleştirmeyi düstur edinmenizi rica ediyorum. Yazımızın sonuna geldiğimiz şu dakikalarda bu yazının son paragrafı niteliğinde olacak, sizleri ve beni sevginin, muhabbetin manevi ikliminde yolculuğa çıkaracak bir çat kapı yapalım mı? Ben bu duygularla şimdi yan komşuma geçiyorum. Tekrar görüşmek üzere... Hoşçakalın...


Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

SENDE SAKLI

Ömrün sayfaları bir bir aralanırken ne çok acılar, ne çok mutluluklar bıraktık geride... Neydi onca acıyı yaşatan? Neydi mutluluktan sevinç çığlıkları attıran ve geride onlarca anıyı ömür sayfasına yazdıran?..

En heyecanlı bekleyişlerin mutluluğa dönüştüğü kapıdır doğumhane kapısı... Dünyanın en masum varlığını ilk kez kucağına aldığında kalp atışlarının sesi sevinç çığlığı olarak göğe yükselir. Daha ilk dakikarda başlarsın canından parçanın geleceğine dair hayallerini kurmaya. İlk doğum gününü süprizi, okul telaşı, mesleğe attığı ilk adım, nerede askerlik yapacağı, nasıl biriyle evleneceği, kaç çocuk dünyaya getireceği... Zihninde yaşattığın bunca hayalin gerçeğe dönmesinin ümidiyle yaşarsın bıkmadan, yorulmadan...

Eledim eledim höllük eledim,

Aynalı beşikte canan bebek beledim.

Büyüttüm besledim asker eyledim,

Gitti de gelmedi canan buna ne çare,

Yandı ciğerim de canan buna ne çare.

Kapı zilinin en acı sesi bir komutanın hüzünlü dokunuşunda türkü türkü göğe yükselir. Kapıyı açınca bir sessizlik bürür her yeri o an... Gözlerinin derinliklerine bakarsın. Kelimeler dudaklarına takılır, boğazında düğümlenir. Yarım kalan hayaller göz yaşı olup süzülürken birkaç kelime kısık ses olur. 'Oğlunuz şehit oldu!..' 'Vatan sağolsun!..' İşte o an yarım kalan hayaller şimşek olup çakar tüm bedeninde... Hiç durmadan koşmak, haykırmak, ağlamak istersin. Bir tanecik evladın kanıyla vatan topraklarını sulayarak şehit olup geride acı, göz yaşı ve şehitlik mertebesinin onurunu bırakmıştır.

Doğum ve ölüm... Bu ikisi arasında geçen bir ömür... Bazen kısa, bazen uzun... Kimi zaman acı, kimi zaman mutluluk... Gerçek olan tek şey senin ömrüne sığdırabildiklerin. 'Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için yaşamak' düsturun olsun. Bu düsturla yaşarsan iz bırakanlar kervanına sen de katılırsın sonsuzluklar alemine giderken... Ya şehitlik mertebesine ulaşıp iz bırakırsın ya da ömür sermayeni boşa harcadığın için silik olursun. Kısaca her şeyin sende başlayıp sende bitiğini bilmelisin.

İşte, koskaca bir yılı daha geride bırakma arefesindeyiz. Ezan ve sela sesi arasında geçen ömrümüzde yaşadıklarımızın, yaşattıklarımızın tek nedeni aslında kendimiziz. Bu dünyadan ya şerefli bir şehit ya da şerefsiz bir terörist olarak gideceğiz. Ya ardımızdan sevgiyle dua eden ya da öfkeyle beddua eden insanlar bırakacağız. Ya Habil'in onurlu soyunu devam ettireceğiz ya da Kabil'in şahsiyetsiz soyunu devam ettireceğiz. Her yeni yıl acıların mutluluğa, göz yaşlarının tebessüme, birlik, beraberlik ve dayanışmanın kardeşliğe dönüştüğü, terör olaylarının yaşanmadığı bir yıl olsun. Bunun gayreti ve duası içinde olmalısın. Vesselâm...

Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

ŞANLI BİR DEVRİN ŞAHİDİ SÜPÜRGE OTU


Çocukken hafta sonlarını iple çekerdim. Köye anneanneme gideceğimin heyecanıydı hafta sonunu bu denli özlemli kılan bende...

Anneannem Kurtuluş Savaşı'nı bizzat yaşamış tarih gibi bir kadındı. Ülkenin kurtuluş mücadelesi verdiği dönemlerde süpürge örmeyi öğrenmiş ve bu mesleğini son nefesine kadar icra etmişti. 

Köy dolmuşundan inince koşarak giderdim anneannemin evine... Kapıyı açınca ilk sorduğu soru "aç mısın kızım" olurdu. Ve ben daha cevap vermeden elleriyle pişirdiği köy ekmeği ve bir emek yetiştirdiği köy domatesi ile hazırladığı dürümü uzatırdı bana... Misafirperliğin, cömertliğin en samimi en lezzetli ifadesi domates dürümünü yedikten sonra birlikte süpürge ördüğü düzeneğin yanına giderdik.

Anneannem süpürge otu destesini eline alınca önce besmele çeker sonra da derin bir nefesle koklardı. Ve ardından göz yaşları süzülürdü damla damla şanlı bir tarihin şahidi süpürge otu destesinin üzerine... Sonra dudaklarından tarih dökülürdü bir bir kazırcasına zihnimin derinliklerine... Bu cesur Anadolu kadını tarihi damla damla yüreğime akıttı, bir bir zihnime kazıdı her defasında...

Bir Tarsus'un kurtuluş yıldönümünde ziyaretine gitmiştik yine... Zira bize güzel bir gelecek bırakan elleri öpülesi ecdadımızı ziyaret ederek, hayırla yad ederek, bıraktıkları emanetlere sahip çıkarak minnet borcumuzu ödememiz gerekiyordu. İşte bu düşünceyle ziyaretine gittiğimiz o gün elindeki süpürge otu destesinden bir süpürge otunu bana uzattı ve "bununla ne yapabilirsin" diye sordu. O an ne cevap vereceğimi şaşırdım. Ne yapılabilirdi ki bir tek otla?..  Ben şaşkın gözlerle yüzüne bakınca bir cengaver ruhuyla elimden aldı süpürge otunu. Sağ elinde bir süpürge otu sol elinde süpürge otu destesi bize bakarak; "insanoğlu bu süpürge otu gibidir. Tek başına zayıf ve işe yaramazdır. En küçük bir esinti de savrulur, yok olur. Bu sebeple şu elimde gördüğünüz süpürge otu destesi gibi birbirinize sımsıkı bağlanın. Vatan, millet, bayrak ve iman aşkı sizi bir araya getirip bağlayan iptir. Siz bu iple birbirinize bağlı kaldığınız sürece dış güçlerden gelen tüm kötülükleri silip, süpürüp yok edersiniz. Size tavsiyem elinize her süpürgeyi aldığınızda size anlattıklarımı düşünmeniz, atalarınızın emanetlerine sahip çıkmanız gerektiğini hatırlamanız" dedi.

Her ne kadar günümüzde örme süpürgelerin yerini elektrikli süpürgeler alsada ben evimin bir köşesinde mutlaka anneannemin örme süpürgesini bulunduruyorum. Ona baktıkca annenemi ve onun bize bıraktığı emanetlerini hatırlıyorum.

113 yaşında vefat eden anneannemi ve vatanı milleti için şehadet şerbetini içmiş tüm şehitlerimizi rahmetle anıyor, ülkemizde yaşanan tüm olumsuzluklara karşı milletimizi birlik, beraberlik ve dayanışmaya davet ediyorum. 27 Aralık Tarsus'un Kurtuluş Yıldönümü 'nü kalbi duygularımla kutluyorum.


Emine KUREN

(Yazıda geçen hikaye gerçek bir yaşam öyküsüdür... Anneanne Özbek Köyü'nde yaşamış, ördüğü süpürgeleri dillere destan Pakize NİNE'dir...)
20.12.2016

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

BU SON DEĞİL YEPYENİ BİR BAŞLANGIÇ


     
           

Acısıyla tatlısıyla bir çalışma döneminin daha sonuna geldik. Sivil toplumcu ruhuyla yaşamak ve bu ruhla, özveriyle vatana, bayrağa ve millete hizmet etmek çok güzel… Bu güzelliğin farkında olan arkadaşlarımızla her şeye rağmen bize verilen görevi yerine getirmenin gayretinde olduk. Gösterdiğimiz gayretin neticesini üyesi olduğumuz Kent Konseyi Kadın Meclisi bünyesinde gerçekleştirdiğimiz çalışmalarımızın bizde meyveli ağaca dönüşmesiyle aldık.


Her ne kadar görevimiz bitmiş olsa da ve önümüze nice engeller çıksa da sonsuza denk davamız; vatan, bayrak ve millet, düsturumuz; birlik, beraberlik ve dayanışma olacak. Adaletli, barış ve huzur dolu bir toplumun inşasının, egodan, benlikten ve ikiyüzlülükten uzak bir ömrün duası ve gayretinde olacağız. Yaşadığımız toplumda her zaman ve mekânda yine hizmet etmenin derdiyle yaşayacağız.


Her hafta rutin olarak gerçekleştirdiğimiz toplantılara özveriyle, fedakârlık göstererek ve her şeyden öte gönlünü ortaya koyarak katılan, tüm çalışmalarda varlığını göstererek CAN’la başla çalışan Kadın Meclisi’nin vefakâr üyesi arkadaşlarıma, temsilcisi olduğum Şehitishak Mahallesi’nin Saygıdeğer Muhtarı Ogün KARABEKMEZ’e, başkanlığı boyunca desteğini bizlerden esirgemeyen Dr. Ali CERRAHOĞLU’na, seçildiği günden itibaren hepimizin sevgisini ve takdirini kazanan Ufuk BAŞER’e, bizlerden hiçbir zaman desteğini esirgemeyen, varlığı ile mutluluk duyduğum Tarsus Belediye Başkanımız Şevket CAN ve tüm çalışmalarımızın duyurulmasın da büyük emek sarfheden, haklarını ne yapsak ödeyemeyeceğimiz basınımızın güzide temsilcilerine kalbi duygularımla teşekkürlerimi sunuyorum.


Ve şunu ifade etmek istiyorum; Kadın Meclisi görevim bana çok büyük bir hayat tecrübesi kazandırdı. Edindiğim bu tecrübelerin hedeflediğim ve yaptığım tüm çalışmalarımda yol aydınlığım olacağına inanıyorum. Zaman çok kıymetli bir nimettir her insan için... Benim de en kıymetlim... Hayatım boyunca en doğru şekilde kullanmanın derdinde oldum. Zamanımı yanlış bulduğum konulara kurban etmemek adına kendi özgür irademle Kadın Meclisi başkanlığına tekrar aday olmak, aynı düşüncelerle yönetim kurulunda da yer almak istemedim. Hizmet sevdalısı biri olarak Tarsus ve Tarsus Halkı için çalışmalar yapmaya devam edeceğim. Bu son değil yepyeni başlangıçlara merhaba dediğim bir kapı olacak.


Bu duygu ve düşüncelerle yeni dönem Kadın Meclisi başkanı ve üyelerine başarılar diliyor, saygılar sunuyorum.


Emine KUREN


15.11.2016

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

30 Haziran 2017 Cuma

HÜZNÜM ÖZLEMLERİME GÖZYAŞI DÖKTÜ


Eski Ramazanlar gelir aklıma hüzünümün özlemlerime gözyaşı döktüğü anlarda... Yine eski Ramazanlar düştü aklıma son teravih namazında... Ellerimi uzattım dua dua semaya... Ve sordum kendime; "Ramazan Ayı'nı ne kadar idrak edebildin?"


Mahallemizde yalnız yaşayan teyzeler her sahur ve iftar soframızın konuğu olurlardı. Onlarla aynı sofrayı paylaşmak evimize bereket getirirken bizlerede huzur ve mutluluk olurdu. Her karesi huzur ve mutluluk dolu eski Ramazanları bu denli unutulmaz kılan ise insanlar arasındaki güven, sevgi, dostluk, birlik, beraberlik, dayanışma, paylaşma olguları ve milli-manevi duyguların gelenek, görenek ve kültürümüzle canlı tutulmasıydı.


Aynı mahallede yaşadığımız komşularla birbirimize, iftar için pişirdiğimiz yemeklerden verirdik. Farklı lezzetlerle zenginleşen, bereketlenen soframızda iftarımızı yapardık. İftar sonrası ya bir evde toplanır ya da hep birlikte Şehir Parkı'na ya da Şelâle'ye giderdik. Çaylarımızı yudumlarken hasbihâl eder, mahalledeki çocukların hazırladıkları sikeçleri izlerdik.


Bayram öncesi tüm evlerde hummalı bir çalışma olurdu. Bayram için tatlılar yapılır,  bayramda giyilecek giysiler hazırlanır, evler ve sokaklar temizlenirdi. Mahallede maddi durumu iyi olmayanlara mahalle halkı kendi aralarında topladıkları parayla bayramlık alırdı. Mahalledeki yaşlı ve hastalıkların evi de yine mahalle halkı tarafından temizlenir, tüm yaşlıların ve hastalıkların kişisel bakımları yapılırdı.


Ramazan Ayı'na veda ettiğimiz bayramın habercisi ve müjdecisi Arafe Günü'nde kâbir ziyaretleri gerçekleştirilir, Ramazan Ayı boyunca okuduğumuz Hatm-i Şerif tüm ölmüşlerimize bağışlanırdı. Ölmüşlerimizin hayrına mezarlığın kapısında hayır ikramları dağıtılırdı.


Arafe Günü Gecesi'nden bayram sabahına kadar tüm yüreklerde tatlı bir heyecan oluşurdu. Bu heyecan ile iç dünyası kıpraşınca uykusu kaçardı. Bayram namazı sonrası bayram kahvaltısı yapılır, ev halkı ve mahalle halkı ile bayramlaşılırdı. Akrabalar, arkadaşlar, huzurevleri, yetimhaneler ziyaret edilir, hediyeleşilirdi.


Eskiye dair o kadar çok anlatılacak güzellikler var ki... Neredeyse evlerin her odasında bilgisayar ve televizyonların bulunduğu, büyük küçük, yaşlı genç herkesin elinde farklı marka ve modelde cep telefonlarının olduğu bir dönemde bu güzelliklerin özlemini yaşıyoruz.


Sanal dünyanın sanal insanları olduk. Sadece bayramlarda değil hasta, taziye ve gözaydınlığı ziyaretlerimizde de birebir ziyaret etmek yerine mesaj gönderir olduk. Hatta öyle boşaltıldı ki tüm duyguların içi tabiri caizse kendi kabuğumuza çekilmiş bir halde yaşamaya başladık. Artık neredeyse mesaj atmaya dahi üşenir olduk.


Tüm özlemlerimizi yeniden yaşamak istiyorsak içine hapsolduğumuz kabuğumuzdan kurtulmamız gerekiyor. Bunun içinde en etkili yöntem; milli-manevi duyguların gelenek, görenek ve kültürümüzle harekete geçirilip öz de yaşanması ve nesilden nesile aktarılmasıdır.


Hüznüm özlemlerime gözyaşı dökünce eskiler depreşti sözcüklerimde... Ramazan Ayı'nı ne kadar idrak edebildim sorusuna cevap aradım secdemde... İdraklerdi sanırım Ramazan Ayı'nı anlamlı kılan, bayramları sevince boğan, her günü bayram yapan ve tüm yaşanılmışları özelleştiren hayatın seyrinde... Vessellâm...


23.07.2017


Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

18 Haziran 2017 Pazar

KIYMATLILAR GÜNÜ


Nerde bir bisiklet görsem ilk babam gelir aklıma... Gözlerinden yaş süzülsede dudağından tebessüm çakan insandır tüm acılara... Dede olmuştur her dönemin yiyecek ve oyuncakları ile sevindirdiği tüm çocuklara... Yardımseverliği, misafirperverliği, cömertliği, eşine, evlatlarına, komşularına, arkadaşlarına tabiri caizse tüm insanlara karşı sergilediği örnek ve sevecen kişiliği, başındaki kasketi ve bisikletleri ile tanındı toplumda...

Tarsus'taki Tahtalı Cami'yi yaptıran ve aynı camide kitabesi bulunan, tarih kitaplarında da adı geçen Hacı Mehmet Köse'nin torunu olan babam dedesinin hayır ve bereket kokan kişiliğini fazlasıyla taşımaktadır. Her yaşadığı ve yaşattığı ile her kesimden insanın sevgisini kazanmış, hayatı birbirinden güzel yaşam hikayeleri ile dolu bir insandır.

Doktorların masada kalır ya da bitkisel hayat yaşayabilir dedikleri babamda 1998 yılında geçirdiği beyin ameliyatından sonra yüksek derecedeki yaşam enerjisinin verdiği güç ile sadece bir miktar sinir kontrolsüzlüğü oluştu. Bu rahatsızlığına rağmen kişiliğinden hiçbir şey kaybetmeyen babamın sinir kontrolünü yapamadığı anlar matraklıklarla dolu... Eve gelen misafirler ikram edilenleri yemeyince üzülen babam o ikramları yedirinceye kadar misafirin yanından ayrılmaz. Gelen misafir bir ikramı beğendiyse bir sonraki gelen misafirin beğeneceği ikrama kadar üç evladına ve kendi evine misafirin beğendiği o ikramdan kilo kilo alır. Enson babamın evinde evlatlarına verdiği yemek davetinde yanlışlıkla ağzımdan kaçırıp ciğerin çok güzel olduğunu söylediğim günden bugüne ailece ciğerlerle bayağı bir hemhal olduk.

Emekli olmasına ve ilerleyen yaşına rağmen kendisine ait iş yerinde çalışmaya devam ediyor. O'nun evde kaldığı tek gün var. O da 2007 yılına kadar belirli zaman aralıklarında sokağa çıkma yasağı konularak yapılan nüfus sayım günüdür. Ameliyat olduğu dönemlerde de hastanede ve evde tutmak adına tüm hastane personeli ve ev halkı ile birlikte çok büyük mücadeleler verdik. Bu süreçte iki kez serumu ve sondasıyla hastaneden iş yerine kaçmışlığı vardır. Hastenedeki tedavi süreci bittiği gün hastane kapısında ettiği şükür duası güvenlik görevlileri başta olmak üzere herkesi ağlatmıştır.

Milli, dini, özel gün ve gecelerde eşine, evlatlarına, torunlarına, sevdiklerine hediyelerle jest yapmayı çok sever. Aynı şekilde hatırlanmaktan çok büyük mutluluk duyar. Bir defasında iş yerinde haberleri izlerken 14 Şubat'la ilgili haberi görünce yerinden fırlayıp iş yerini dahi kapatmadan anneme hediye almaya çıkmış. Ancak yaptığı panik ve telaşla nereye gideceğini bilemeyince aynı cadde üzerinde bulunan marketten çeşitli şekillerden oluşan makarna paketi yaptırmış. Bu makarna paketini bir gül ile getirip anneme verdi. Annemin o gün arkadaşları gelmişti eve... Babamın anneme bu jesti karşısında orada bulunan kadınlar hem alkışladılar hem de latifeyle "saçımızı yolasımız geldi, bize böyle jest yapan yok" dediler.

Hayatının her karesi farklı bir güzellikte olan babam her ne kadar milli, dini, özel gün ve geceleri unutmasada O'nun için yılın 365 günü özeldir. Ve O'na göre tüm günlerin tek bir adı vardır. 'Kıymatlılar Günü...' Birine hediye verirken ya da bir günü kutlarken "Kıymatlılar Günün kutlu olsun" der. Eşine, evlatlarına, torunlarına ve tüm sevdiklerine çok değer verdiği için bu ifadeyi kullanır.

Bugün 'Babalar Günü...' Babamın ifadesiyle evine, eşine, çocuklarına ve yaşadığı topluma kıymet verenlerin günü... Sadece bir gün değil bir ömür boyu sevgi, saygı ve dua ile anacağım başta babam olmak üzere tüm babalarımızın her günü kutlu olsun. Evlat duygusunu yaşayamamış her yürek bizlerin manevi babasıdır. Onların da gününü ayrıca kutluyorum. Babasını kaybetmiş kardeşlerime sabır diliyor vefat etmiş tüm babalarımıza rahmet diliyorum. Tüm kıymetlilerimizin 'Kıymatlılar Günü' kutlu olsun... Vesselâm...


Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...