2 Temmuz 2017 Pazar

HAYATIN KÂŞİFİ

Her ne kadar acı versede sevdiklerinizin vefatı hayatın en kaçınılmazıdır. Daha dünyaya gözlerini açmadan kaybettiğim evladım ve 4,5 yıl süren evliliğimin ardından kaybettiğim eşim aklıma geldikçe bu kaçınılmaz gerçeğin yaşattığı acının yanında kazandırdığı hayat tecrübelerini görüyorum.

Toplumumuzun genel yapısında bulunan ve hayatı çekinilmez yapan bir haslettir hasta ziyaretine gidince moral vermek yerine hastayı bunalıma sokmak ve cenazeye gidince de teselli vermek yerine acıyı körükleyecek sözler söylemek, davranışlar sergilemek. Çocuğumu kucağıma alamadan anne karnında kaybettim. Bu kaybetme sürecinin bir bölümünü hastanede geçirdim. Geçmiş olsuna gelenlerin bazıları "vah, tüh, bir daha çocuğun olmaz..." gibi sözlerle bana adeta karabasan olmuşlardı. Eşimi kaybettiğimde de başsağlığına gelenlerin bir kısmı "yazık, daha çok gençsin, sakın bir daha evlenme o da ölür, dul kadınsın sakın sokağa çıkma,  şunu deme, bunu yapma..." gibi sözlerle ve davranışlarla kâbusum olmuşlardı. Bir gün ziyaretime gelen bir büyüğümle yaşadıklarımı paylaştım. Bana öyle güzel bir hayat dersi vermişti ki... Konuşmasının sonun da; "başkaları ne der diye yaşamak hayatı zehir eder. Allah ne der diye yaşamak ise dünya-ahiret mutluluğuna ulaştırır..." dedi. Hayatımın dönüm noktası olan bu sözü o günden sonra bir hayat düsturu olarak yaşamaya başladım.

Evet düsturumuz "Allah ne der?" olursa gerçek anlamda başarılı ve mutlu oluruz. Bizlere dünyada da ahirette de nimetlerin en güzellerini sunan Allah hiçbir kulunun eziyet çekmesini istemez. Rad Suresi 11. ayetinde de geçtiği üzere kişi kendi elleriyle oluşturur toplumun ve kendinin gidişatını. İşte bu sebeple Rad Suresi 11. ayetinin ışığında zihnimizi, fikrimizi, algımızı, düşüncelerimizi, sözlerimizi ve davranışlarımızı törpülemeliyiz ki dünya hayatındaki gidişatımız doğru olsun.

Yüce Allah'ın verdiğinde de aldığında da çok büyük hikmetler vardır. Benim hakkımda hayır murad etmiş olacak ki sevdiklerimi alarak beni imtihan etti. Kaybettiklerimin yanında kazanımlarım da oldu. 1.5 yaşında yetim kalan bir tanecik kızımı teselli olarak bana sundu. Tüm bunların bana kazandırdıkları ise nerde ne yapması gerektiğini bilen, düşünebilen, kararlı, dik duruşu ve onuruyla yaşayan, tüm zorluklara rağmen mücadele eden, her şeyden öte insan kalmayı başarabilen bir karekter oldu. Endiğim düsturla ve hayat tecrübeleri ile insanları tanıdım.

Ve öğrendim ki; insanları tanıdıkça hayatı keşfedersin, mutluluğun sırrına erersin. Belki bazen acı verir en güvendiğin insanların gerçek yüzünü görmek. Yüreğinin sızlanışına tercüman olur o an gözyaşların. Böyle anlarda derin bir nefes alıp bu insanların gelmişini geçmişini sabrın tahammül kollarına at gitsin. Ve tüm yaşadıklarını tecrübe defterine not al ki bu hayat yolculuğun da ilerlerken aldığın notlar her okuduğunda yol aydınlığın olsun. İşte tüm bu yaşadıklarınla hayatın kâşifi ve mutlu olursun.  Vesselam...

Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

KIRMIZI KURDELE


Karneyi elime alınca okulla ev arasındaki yolu uçarcasına adımlardım. Eve varıncaya kadar karşılaştığım herkes "hayırlı olsun, bir sonraki karnen daha iyi olsun, teşekkürün-takdirin bol olsun, iyi bir meslek sahibi olasın" şeklinde dualar ederler, temennilerde bulunurlardı. Bu dualar ve temenniler karne heyecanımı, mutluluğumu ikiye katlardı. Tüm duygularımı ikiye katlayarak, elimdeki karnemi bir gazete satıcısı edasıyla elimde sallayarak, "yazıyor karnemde notlarım yazıyor" diyerek Şehriban Hala'nın evine koşardım.

Şehriban Hala geçimini terzilikle sağlayan, kazancının büyük bir bölümünü ve ömrünü öğrencilere vakfetmiş, küçücük yüreğinde kocaman duygular yaşayan biriydi. Tüm mahallemizi ve hatta tüm Tarsus'u kuşatan sevgisi insanlarla arasında güçlü bir bağ oluşturduğu için herkes O'na Şehriban Hala derdi.

Şehriban Hala her karne günü öncesi hummalı bir çalışma yapardı. Karnesini alan tüm öğrencilerin ilk durağı Şehriban Hala'nın evi olurdu. Evin bahçesine kurulmuş yemek kazanları, piknik havasında hazırlanmış yer sofraları, bir emek süslenmiş hediyeler, yaş grubuna göre destelenmiş harçlıklar, hem derslerinde hem de sosyal yaşamda başarılı olan öğrenciler için hazırladığı boncukları ışıldayan kırmızı kurdeleler, her şeyden öte tatlı dili, güler yüzü ve sıcacık sevgisi evinin ilk durak olmasının sebebiydi.

Bizleri evinin kapısında gül suyuyla karşılayan Şehriban Hala elini öpünce saçlarımızı okşar, biraz hasbihal ederdi. Karne notlarımıza ve yaş grubumuza göre hediyelerimizi, harçlıklarımızı verir sonrada hepimizi bir emek hazırladığı sofralara oturturdu. Tüm öğrenciler sofraya oturunca birkaç adap kuralından bahsederek afiyet olsun derdi. Yemeklerimiz bitince sofra duası ettirir, ellerimizi yıkattıktan sonrada zamanın en güzel şarkılarını bizlere dinlettirirdi. Bazen oynayarak bazen de söyleyerek bu şarkılara eşlik ederdik.

Beni en çok mutlu eden sol yanıma tam kalbimin üzerine taktığı kırmızı kurdele olurdu. Çünkü bunun manevi değeri çok büyüktü, derin manalar ifade etmekteydi. Bu kurdeleyi hak etmek için hem derslerin çok iyi olacaktı hem de sosyal yaşamda örnek bir insan olacaktın. Bu sebeple derslerime çok çalışır, örnek bir insan olmak adına mücadele ederdim. Benim gibi birçok arkadaşım da bu konuda mücadele ederdi. Örnek olmak adına neler yapmazdık ki; mahallemizde yaşayan yaşlılara yardım eder, sokak hayvanlarına yemek ve su verirdik. Sokak aralarında oyunlarımızı oynarken gürültü yapmamaya özen gösterir akşam olmadan evlerimize geçerdik. Büyüklerimize saygıda küçüklerimize sevgide kusur etmezdik. Paylaşmayı, yardımlaşmayı ve dayanışmayı şiar edinerek, komşuluk ve kardeşlik hukukunu yaşayarak öğrenirdik, örnek olmaya çalışırdık. Öğrencilik hayatım boyunca tüm bunların nişanesi kırmızı kurdeleyi almanın mücadelesinde oldum. Verdiğim bu mücadelenin ektiği tohumlar filizlenip kök salarken ömrüme, verdiği meyveleri toplamaktayım bir bir şimdilerde...

Çağımızın hiçbir teknolojik aletine ve dünyadaki hiçbir ödüle değişmeyeceğim, uğrunda mücadele verdiğim, çocukluğumun unutulmaz anısı kırmızı kurdeleyi elime alınca, aklıma yaşadığım mutluluklar, kazandığım sosyal sorumluluklar geliyor ve derin düşüncelere dalıyorum. Zamanla her şey nasıl da değişti... Çocukluğumuz, insanlığımız, beklentilerimiz... Dejenere olmuş çocukluğu, insanlığı ve beklentileri gördükçe yürekten bir ah çekip gözyaşı döküyorum. Yaşadığım çocukluğa binlerce şükrediyorum... Vesselam...

Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

KADINLARDAN GELEN YOĞUN İSTEK ÜZERİNE



Evet o kadar çok istek geldi ki konuyla ilgili... Bana da tüm kadınların duygularına tercüman olmak düştü. Yıllardır yapmış olduğumuz çalışmalarda, konferanslarda, seminerlerde, radyo programlarında, toplantılarda hep gündeme gelen bir konu oldu. Ve belirli zaman aralıklarında dile getirmenin doğruluğuna inandım.


Kadın, sosyal yaşamın vazgeçilmezidir. Sadece biyolojik bir varlık değil merhameti, sevgisi, şefkati, tahammülü ve sabrı ile manevi neferidir toplumun. Rabbimizin ayetleriyle yüceltilen, Peygamber Efendimizin övgüsüne mazhar olan, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e kahramanlık duygusunu yaşatan kadın, başlı başına bir okuldur. Milletin bekâsı bu okulun eğitimiyle mümkündür. Böylesi büyük bir öneme haiz kadının toplum içinde yaşadığı birçok sıkıntıya şahit olduk yıllarca. Şimdi bu sıkıntılardan iki tanesini gücüm yettiğince kısaca dile getirmek istiyorum.


Kadın sosyal medya da bir erkeğin paylaşımını beğendiğinde ya da bir erkeğin paylaşımına yorum yaptığında o erkeği beğeniyor yakıştırması yapılır hemen. Yolda giderken bir erkeğe selam verdiğinde ya da tanıdığı bir erkeğin iş yerini ziyaret ettiğinde o erkekle aralarında bir şey olduğu söyleminde bulunulur düşüncesizce. Giyimiyle, konuşmasıyla, davranışıyla toplumun ön yargısının kurbanı olmuştur bazı zamanlarda canice. Yargısız infazın cellat beyinlilerini kadınlar olarak esefle kınıyoruz. Ve şunu hatırlatmak istiyoruz; Toplumların ve milletlerin varlık sebebi kadının maruz kaldığı bu ve benzeri psikolojik şiddetler kadından ziyade kadının yaşadığı topluma ve millete yapılan büyük bir yıkımdır. Bu yıkımın ardındaki moloz olmamak adına kadına hak ettiği değeri vermek gerekir.


KAÇAK HAYATIN GÖÇEK İNSANLARINI YÜCE YARGIYA ŞİKAYET EDİYORUZ...


Neredeyse herkesin bir sosyal medya hesabı var. İyi yönde kullanıldığında hayatı kolaylaştıran sosyal medya ne yazık ki kötü kullanımından dolayı asrın bağımlılık hastalığı oldu. Bu hastalığın pençesinde kıvranan bazı insanlar etkili tedavi yöntemlerini kabul etmedikleri için hem kendilerine hem de topluma zarar verir hale geldi. Göçek gibi oynak şahsiyetli bu insanlar en büyük zararı ise çakma hesaplar üzerinden   vermektedirler. Çakma hesaplar üzerinden karşı cinsi cinsel içerikli mesajlarla taciz ederek kendini tatmin etmeye çalışan bu insanlar kaçak hayatın girdabında göçek şahsiyetiyle yok olmaya mahkûmdurlar. Bu insanları Allah'ın yüce yargısına şikayet ediyoruz. Vesselâm...


Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

TUTKUNUN VE ÖZLEMİN ARASINDA BİR HAYAT

Soğuk kış gecelerinde evinde sobanın başında oturmayı, sıcacık bir fincan çay içmeyi, yazın bunaltıcı sıcağında ağaçların serinliğinde piknik yapmayı, ailesiyle ve dostlarıyla doyasıya hasbihal etmeyi o kadar çok özlemişti ki... Ancak tutkusu onu bu özlemlerinden hep uzak tuttu. Özlemleri ve tutkusu arasında kalmanın zorluğuna dair destanlaşmış hikayeleri geleceğine dair yol aydınlığı oldu.

Her telefon çalışı onun için yeni bir macera, yeni bir hayat demekti. Yine birgün telefon sesiyle irkildi. Gelen bilgi doğrultusunda masasından kalkıp tutkusunun şahidi fotoğraf makinasını alarak ürkek, ihtiyatlı ve heyecanlı adımlarla ofisinin kapısından çıktı. Kalp atışlarının sesinde, bilinmezlerin ötesinde, alnından akan ter damla damla tutkusuna süzülürken yolları adımladı.

Yaşadığı şehrin otoban girişinde bir trafik kazasını haber yapmak adına yola düşmüştü bu kez... Olay mahaline gelince kendisini büyük bir hengamenin içinde buldu. Ambulanslardan ve polis arabalarından yükselen acı siren sesleri, yaralılara müdahale eden ilk yardım ekipleri, feryad eden insanlar,  ortalığı yatıştırmaya çalışan polisler,  acı içindeki yaralılar ve üzerleri gazete ile örtülmüş ölüler bu hengamenin bir parçasıydı. Kaza ile ilgili bilgi edinmek adına gözüne kestirdiği bir polis memurunun yanına gitti. Tırla çarpışan yolcu otobüsü şaranpole yuvarlanmış otobüsteki yolcular etrafa savrulmuştu. Yirmi bir yolcu ölmüş on iki yolcu da ağır yaralanmıştı. Polis memurundan olayla ilgili bilgileri dinlerken birkaç kare fotoğraf çekmek istedi. Gözünü fotoğraf makinasının merceğine yaklaştırdı çekim için ayarlamalarını yaparken bir ölünün üzerinde serili, gecesini gündüzüne katarak çalıştığı, kana boyanmış gazeteyi fark etti. Yakın çekim yapmak adına ölünün yanına gittiğinde rüzgarın esintisiyle uçuşan gazeteyi tutmak için bir hamle yaptı. O an ölünün yerde serili upuzun saçlarına dikkat kesildi. Birkaç dakika boş gözlerle yüzüne baktı.

Fotoğraf makinası elinden düştü. Sonra dizlerinin üzerine çöktü. Saçlarını okşadı. Hıçkırıklarla bağırarak üzerine kapandı. Kimse ne olduğunu anlamamıştı.

Mesleğinde bir duayendi. İki erkek evladından sonra dünyaya gelen kızı sınıf öğretmenliği ikinci sınıf öğrencisiydi. Babası için düzenlediği doğum günü süprizini gerçekleştirmek adına okuldan birkaç günlüğüne izin almıştı. Doğum günü hediyesi olarak da babasının yirmibeş yıl boyunca yazılarının çıktığı gazetelerden ve çektiği fotoğraflarından oluşan bir sergi düzenlemişti. Büyük bir heyecanla ailesinden habersiz yola çıkmıştı. Ancak geçirdiği trafik kazasıyla babası için düzenlediği doğum günü süprizini gerçekleştiremeden sonsuzluklar alemine göç etmişti. Geriye babası ve ailesi için dayanılmaz bir acı bırakmıştı.

Hayatının dayanılması güç ve bir o kadar da acı anısını yaşamıştı. Kızının üzerine elleriyle toprak atarken toprağı sulayan gözyaşlarında filizlenecek tecrübeleri insanlığa en büyük hediyesi olacaktı.

Tutkusu ve özlemleri arasında nice acıları, nice çileleri göğüsleyerek vatanın ve millettin bütünlüğünün korunmasında büyük emeği olan, objektif kimliğiyle, tarafsızlık ilkesiyle, gece-gündüz, sıcak-soğuk demeden özveriyle çalışan fedakâr, cefakâr tüm gazetecilerimizi minnetle anıyorum.


Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

ÇAT KAPI


Annem çalışan ve aynı zamanda çok sosyal bir kadındı. Onun günü sabah namazıyla başlardı. Sabah namazının ardından yemekten temizliğe tüm ev işlerini yapar, sonrasında da çocukları ve eşi uyanmadan kahvaltı masasını hazırlardı. Hepimizi bir beyit, bir mani, bir şiir ya da bir türküyle uyandırırdı. Çocuklarını okula eşini de iş yerine duayla uğurladıktan sonra atölyesine işinin başına geçerdi. Annem zamanının en iyi terzisiydi. Tasarladığı modeller, çalıştırdığı ve yetiştirdiği elemanlar yaşadığı topluma en büyük mirastır.


Bazı zamanlar iş yorgunluğunu atmak, bizlerle vakit geçirmek ve her şeyden öte sevdiklerini ziyaret etmek adına elimizden tutarak çat kapı yapardı. Ziyaret amaçlı çat kapı yapacağımız evin önüne geldiğimizde varsa kapı zilini çalar yoksa kapı tokmağı ile üç kez kapıya vururdu. Ev sahibi kapıyı açınca, annem "Müsait misiniz?" diye sorardı. Eğer müsait  değillerse nazikçe müsait olmadıklarını, başka bir zaman diliminde mutlaka beklediklerini söyler, hatta bazı zamanlarda 'falanca gün, şu saatte buyrun gelin' derdi. Şayet müsaitlerse büyük bir memnuniyetle içeriye davet ederdi. Haberleşme araçlarının pek olmadığı o dönemlerde yapılan bu çat kapıdaki samimiyeti, dostluğu, sevgiyi ve mutluluğu anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalır.


Zamanın şartlarında yapılan çat kapıdaki o anları çok özledik. Ev sahibi müsait olmasada kapı eşiğinde edilen hasbihal, müsaitse eğer birlikte geçirilen zaman ne kadar güzel ve de özeldi. Bazen kapının eşiğinde birlikte acılarımızı göğüslerdik göz yaşlarıyla, bazen de mutluluğumuzu paylaşırdık kahkaha sesleriyle. Kapının eşiğini adımlayıp içeriye girerken sevginin sıcaklığı sarardı tüm bedenimizi. Böyle anlarda ev sahibi olmakta, misafir olmakta ayrı bir güzel olurdu, huzur verirdi. Misafir geldikçe bereketleşen sofra bu güzelliğin, bu huzurun en büyük şahidiydi.


Teknolojinin en son yeniliklerinin bulunduğu günümüzde neredeyse herkesin bir cep telefonu var. İnsanlar zamanının büyük bir bölümünü cep telefonlarıyla dolayısıyla internette geçiriyorlar. Hal böyle olunca sosyal ilişkiler de dejenere olmuş durumda. Misafirlik, ev sahipliği kısaca ev gezmeleri rafa kaldırılmış durumda. Aynı ailede yaşayan bireyler dahi birbirinden kopuk bir hayat yaşıyorlar. Oysa elzem olan çağın getirdiklerini doğru kullanmaktır. Doğru kullandığımız sürece özlemle yad ettiğimiz, kapı eşiğinde bıraktığımız dostluklar yeniden filizlenecektir.


Radyo programım "Gül Name" dinleyicilerinden yaşlı bir teyzem iyi bir radyo dinleyicisiydi. En büyük hayali beni görmekti. Birgün radyodaki arkadaşlarla sürpriz bir ziyaret düzenleyip teyzemize çat kapı yaptık. Kapıda beni görünce o kadar çok şaşırmış ve de mutlu olmuştu ki... Sevinç çığlıkları hala kulaklarımda yankılanıyor. Dört evladı olmasına rağmen yalnızdı ve eşi de yıllar önce ölmüştü. Teyzemizi bu çat kapıdan sonra sık sık ziyaret ettim, telefonla aradım. Ancak bir ara çok yoğun bir çalışma tempom oldu. Bu süre zarfında ziyaret edemedim, arayamadım. Birgün sabah saatlerinde bir arkadaşım telefonla beni arayarak teyzemizin vefat ettiğini söyledi. Tüm işlerimi bırakıp teyzemizin evine koştum. Cenaze henüz evdeydi. Vefat ettiği odaya girdiğimde hayatımın en büyük dersini almıştım. Bir hafta önce ölmüştü. Komşuları evden gelen koku üzerine polisi aradıklarında vefat ettiği ortaya çıkmıştı. Evladı olup yalnız olmak ne acı... Komşuları, arkadaşları olup kimsenin ziyaret etmemesi ne acı... Yaşadığım bu olayla kaybetmeden kıymet bilmenin önemini anladım.


Sizlerden zamanınızı, dostluklarınızı, sağlığınızı cep telefonlarına, internete kurban etmemenizi, tüm bu değerlerin kıymetini kaybetmeden bilip haftada en azından bir ziyaret gerçekleştirmeyi düstur edinmenizi rica ediyorum. Yazımızın sonuna geldiğimiz şu dakikalarda bu yazının son paragrafı niteliğinde olacak, sizleri ve beni sevginin, muhabbetin manevi ikliminde yolculuğa çıkaracak bir çat kapı yapalım mı? Ben bu duygularla şimdi yan komşuma geçiyorum. Tekrar görüşmek üzere... Hoşçakalın...


Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

SENDE SAKLI

Ömrün sayfaları bir bir aralanırken ne çok acılar, ne çok mutluluklar bıraktık geride... Neydi onca acıyı yaşatan? Neydi mutluluktan sevinç çığlıkları attıran ve geride onlarca anıyı ömür sayfasına yazdıran?..

En heyecanlı bekleyişlerin mutluluğa dönüştüğü kapıdır doğumhane kapısı... Dünyanın en masum varlığını ilk kez kucağına aldığında kalp atışlarının sesi sevinç çığlığı olarak göğe yükselir. Daha ilk dakikarda başlarsın canından parçanın geleceğine dair hayallerini kurmaya. İlk doğum gününü süprizi, okul telaşı, mesleğe attığı ilk adım, nerede askerlik yapacağı, nasıl biriyle evleneceği, kaç çocuk dünyaya getireceği... Zihninde yaşattığın bunca hayalin gerçeğe dönmesinin ümidiyle yaşarsın bıkmadan, yorulmadan...

Eledim eledim höllük eledim,

Aynalı beşikte canan bebek beledim.

Büyüttüm besledim asker eyledim,

Gitti de gelmedi canan buna ne çare,

Yandı ciğerim de canan buna ne çare.

Kapı zilinin en acı sesi bir komutanın hüzünlü dokunuşunda türkü türkü göğe yükselir. Kapıyı açınca bir sessizlik bürür her yeri o an... Gözlerinin derinliklerine bakarsın. Kelimeler dudaklarına takılır, boğazında düğümlenir. Yarım kalan hayaller göz yaşı olup süzülürken birkaç kelime kısık ses olur. 'Oğlunuz şehit oldu!..' 'Vatan sağolsun!..' İşte o an yarım kalan hayaller şimşek olup çakar tüm bedeninde... Hiç durmadan koşmak, haykırmak, ağlamak istersin. Bir tanecik evladın kanıyla vatan topraklarını sulayarak şehit olup geride acı, göz yaşı ve şehitlik mertebesinin onurunu bırakmıştır.

Doğum ve ölüm... Bu ikisi arasında geçen bir ömür... Bazen kısa, bazen uzun... Kimi zaman acı, kimi zaman mutluluk... Gerçek olan tek şey senin ömrüne sığdırabildiklerin. 'Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için yaşamak' düsturun olsun. Bu düsturla yaşarsan iz bırakanlar kervanına sen de katılırsın sonsuzluklar alemine giderken... Ya şehitlik mertebesine ulaşıp iz bırakırsın ya da ömür sermayeni boşa harcadığın için silik olursun. Kısaca her şeyin sende başlayıp sende bitiğini bilmelisin.

İşte, koskaca bir yılı daha geride bırakma arefesindeyiz. Ezan ve sela sesi arasında geçen ömrümüzde yaşadıklarımızın, yaşattıklarımızın tek nedeni aslında kendimiziz. Bu dünyadan ya şerefli bir şehit ya da şerefsiz bir terörist olarak gideceğiz. Ya ardımızdan sevgiyle dua eden ya da öfkeyle beddua eden insanlar bırakacağız. Ya Habil'in onurlu soyunu devam ettireceğiz ya da Kabil'in şahsiyetsiz soyunu devam ettireceğiz. Her yeni yıl acıların mutluluğa, göz yaşlarının tebessüme, birlik, beraberlik ve dayanışmanın kardeşliğe dönüştüğü, terör olaylarının yaşanmadığı bir yıl olsun. Bunun gayreti ve duası içinde olmalısın. Vesselâm...

Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

ŞANLI BİR DEVRİN ŞAHİDİ SÜPÜRGE OTU


Çocukken hafta sonlarını iple çekerdim. Köye anneanneme gideceğimin heyecanıydı hafta sonunu bu denli özlemli kılan bende...

Anneannem Kurtuluş Savaşı'nı bizzat yaşamış tarih gibi bir kadındı. Ülkenin kurtuluş mücadelesi verdiği dönemlerde süpürge örmeyi öğrenmiş ve bu mesleğini son nefesine kadar icra etmişti. 

Köy dolmuşundan inince koşarak giderdim anneannemin evine... Kapıyı açınca ilk sorduğu soru "aç mısın kızım" olurdu. Ve ben daha cevap vermeden elleriyle pişirdiği köy ekmeği ve bir emek yetiştirdiği köy domatesi ile hazırladığı dürümü uzatırdı bana... Misafirperliğin, cömertliğin en samimi en lezzetli ifadesi domates dürümünü yedikten sonra birlikte süpürge ördüğü düzeneğin yanına giderdik.

Anneannem süpürge otu destesini eline alınca önce besmele çeker sonra da derin bir nefesle koklardı. Ve ardından göz yaşları süzülürdü damla damla şanlı bir tarihin şahidi süpürge otu destesinin üzerine... Sonra dudaklarından tarih dökülürdü bir bir kazırcasına zihnimin derinliklerine... Bu cesur Anadolu kadını tarihi damla damla yüreğime akıttı, bir bir zihnime kazıdı her defasında...

Bir Tarsus'un kurtuluş yıldönümünde ziyaretine gitmiştik yine... Zira bize güzel bir gelecek bırakan elleri öpülesi ecdadımızı ziyaret ederek, hayırla yad ederek, bıraktıkları emanetlere sahip çıkarak minnet borcumuzu ödememiz gerekiyordu. İşte bu düşünceyle ziyaretine gittiğimiz o gün elindeki süpürge otu destesinden bir süpürge otunu bana uzattı ve "bununla ne yapabilirsin" diye sordu. O an ne cevap vereceğimi şaşırdım. Ne yapılabilirdi ki bir tek otla?..  Ben şaşkın gözlerle yüzüne bakınca bir cengaver ruhuyla elimden aldı süpürge otunu. Sağ elinde bir süpürge otu sol elinde süpürge otu destesi bize bakarak; "insanoğlu bu süpürge otu gibidir. Tek başına zayıf ve işe yaramazdır. En küçük bir esinti de savrulur, yok olur. Bu sebeple şu elimde gördüğünüz süpürge otu destesi gibi birbirinize sımsıkı bağlanın. Vatan, millet, bayrak ve iman aşkı sizi bir araya getirip bağlayan iptir. Siz bu iple birbirinize bağlı kaldığınız sürece dış güçlerden gelen tüm kötülükleri silip, süpürüp yok edersiniz. Size tavsiyem elinize her süpürgeyi aldığınızda size anlattıklarımı düşünmeniz, atalarınızın emanetlerine sahip çıkmanız gerektiğini hatırlamanız" dedi.

Her ne kadar günümüzde örme süpürgelerin yerini elektrikli süpürgeler alsada ben evimin bir köşesinde mutlaka anneannemin örme süpürgesini bulunduruyorum. Ona baktıkca annenemi ve onun bize bıraktığı emanetlerini hatırlıyorum.

113 yaşında vefat eden anneannemi ve vatanı milleti için şehadet şerbetini içmiş tüm şehitlerimizi rahmetle anıyor, ülkemizde yaşanan tüm olumsuzluklara karşı milletimizi birlik, beraberlik ve dayanışmaya davet ediyorum. 27 Aralık Tarsus'un Kurtuluş Yıldönümü 'nü kalbi duygularımla kutluyorum.


Emine KUREN

(Yazıda geçen hikaye gerçek bir yaşam öyküsüdür... Anneanne Özbek Köyü'nde yaşamış, ördüğü süpürgeleri dillere destan Pakize NİNE'dir...)
20.12.2016

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...