30 Mayıs 2017 Salı

YAPRAKLAR YERE DÜŞER

Bir yakınımızın cenaze töreninde, babamla kol kola, Tarsus Mezarlığı'nın içinde, defin yapılacak yere doğru ağır adımlarla gidiyorduk. Buğulu gözlerle bana bakarak "ağaç ne kadar yüksek olsada yaprakları yere düşer" dedi. İlk kez duyduğum bu söz aslında hayatın ta kendisiydi.

Bu söz doğumla ölüm arasında göz açıp kapayıncaya kadar geçen dünya hayatının bir satırlık özetiydi. Babam; mezarlığın içindeki yolu adımlarken, farklı şekilde ve farklı malzemelerle yapılmış mezarlıkların önünde birkaç dakika durup, hayatın bir satırlık özeti babındaki bu sözü anlatan konuları yanağından süzülen gözyaşlarıyla dillendirdi.

Hepimiz Hz. Adem ve Hz. Havva'nın soyundan geldik. Hiç birimizin birinden üstünlüğü yok. Zira Yüce Allah Hucurat Sûresi 13. ayette "Ey insanlar!.. Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, O'na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardır" buyurmaktadır. Yine Yüce Allah Lokman Sûresinin 18. ayeti kerimesinde "Şüphesiz Allah yürüyüşüyle ve nesebiyle kibirlilik yapanı sevmez." buyurmaktadır. Rahmet Peygamberi Efendimiz Aleyhisselâm da Veda Haccın da; "Rabbiniz bir olduğu gibi, babalarınız, dininiz ve Peygamberiniz de birdir. Arabın Aceme(arap olmayana),  Acemin Araba üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızının karaya, karanın kırmızıya üstünlüğü yoktur. Hiçbir milletin diğerine üstünlüğü yoktur." demiştir. Hz. Ali de "Ey insanlar arasında geldiği ırkla övünen cahil, bütün insanlar bir ana babadan olmadır." diyerek konuya vurgu yapmıştır.

Büyüyen, uzayan ağaçla birlikte yaprakları da yükselir. Her ne kadar yükselse de yapraklar zamanı geldiğinde sararıp, kuruyup üzerinde bulunduğu daldan yere düşer. İnsanoğlu da bu yapraklar misalidir. Irkı, mezhebi, cinsiyeti, rengi, sınıfı, mesleği, siyasi görüşü ne olursa olsun ne kadar yaşarsa yaşasın bir gün mutlaka ölür. Karun kadar zengin olsada malını mülkünü geride bırakır. Dünyanın en güzeli olsada yaşlanıp güzelliğini kaybeder. Ne kadar kuvvetli olursa olsun bir gün mutlaka beli bükülür, dizlerinde derman kalmadığı için yürüyemez. Hiç bir sonun başladığı gibi olmadığını görür.

İşte bu sebeple insan sahip olduklarıyla gurura kapılmamalı, kibirlenmemeli, kimseyi küçük görmemeli, ön yargılı olmamalı. Bir gün her şeyini kaybedip ve geride bırakıp bu dünya hayatına veda edeceğini unutmamalı.

Yere düşen yaprak misali bulunduğu konumdan birgün düşen insan; Hz. Mevlana'nın da dediği üzere tevazuda yani alçak gönüllülük de ham maddesi olan toprak gibi olmalıdır. Her türlü vitamini bünyesinde barındıran, üzerine ekilen nimetleri fazlasıyla geri veren toprağın tüm bu özelliklerine rağmen kibirlenmediğini unutmamalıdır. Topraktan gelen insan dönüşünün yine toprağa olacağı şuuruyla yaşamalıdır... Vesselâm...

Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

20 Mayıs 2017 Cumartesi

TOPRAĞA GÖZ YAŞIN DÜŞTÜ

Sivil toplumculuk hayatımda her kesimden insanla tanışma fırsatım oldu. Farklı kültür ve karekterdeki bu insanlarla geçirdiğim her bir zaman diliminden hayata dair dersler aldım. Aldığım bu hayat dersleri güçlü bir kimliğe ulaşmamdaki dayanaklarım oldu.

Sivil toplum kuruluşlarında yaptığımız çalışmalarda tanıdığım, bir evlat, bir kardeş, bir eş, bir baba ve bir arkadaş olarak duruşuyla, karekteriyle, yaşantısıyla ve icra ettiği mesleği ile bana örnek olan ve kendisinden hayata dair en çok ders aldığım bir isimdir Tolunay Duman...

Yaşlı ve hasta ziyaretleri çok önemsediğim, beni mutlu ve huzurlu eden bir konu... Bu mutluluğa ve huzura nail olmak adına rahmetli Şenel Duman teyzemizi ziyaret etmiştim. Bu ziyaretin her bir salisesi kayda değerdi. Ziyarette annesi için çırpınan evladı ve eşinin baş ucunda onunla yaşadığı anıları sevgiyle anlatan bir eşi, her şeyden öte hasta yatağında etrafına tebessüm eden, dua eden rahmetli Şenel teyzeyi görmek beni çok etkiledi. Hiç unutamadığım ise Tolunay abimin adı geçtiğinde Şenel teyzemizin gözlerinin ışıldaması ve başını sağa sola hareket ettirerek O'nu sormasıydı.

Evladının adı geçtiğinde bir annenin gözleri neden ışıldar ki?.. Neden heyecanlanır, neden bu heyecanını hareketlerine yansıtır ki?..  Bu sorular gerçekleştirdiğim ziyaretten sonra bir anne, bir evlat olarak aklıma takıldı.

Şenel teyzemiz Hakk'a yürüyerek dünya hayatına veda etti. O'nu dualarla Rahman'ın şefkatli kollarında sonsuzluklar alemine yolcu ettik. Cenaze töreninde Tolunay abimin göz yaşları ve annesi için söylediği sözler beni derinden etkiledi. "Ben kime yemek yedireceğim, kime sarılacağım anacığım!..."

Ziyarette kafama takılan sorular cenazede yanıt buldu. Tolunay abim onca iş yoğunluğuna rağmen hergün annesini ziyaret eder, annesine elleriyle yemeğini yedirir, annesinin kişisel bakımını yaparmış. Aralarında kuvvetli bir iletişim ve sevgi varmış.

Çamalan mezarlığında, defin işlemi sırasında yanağından süzülen göz yaşları damla damla toprağa düşerken bize çok güzel bir hayat dersi verdin abim... Bizleri büyük bir emekle dünyaya getiren anne-babalarımıza karşı sorumluluklarımızı hatırlattın. Bizlere muhteşem bir mesaj sundun evlat kimliğinle; "bir evlat anne-babasının gözündeki hüzün olursa toplumda huzursuzluk, bir evlat anne-babasının gözlerinden ışıldayan aydınlığı olursa toplumda huzurlu olur."

Tüm hayatı kitaplaştırılması gereken bir isim Tolunay abim... Bu yazımda evlat kimliğine kısaca değindiğim abimi yürekten tebrik ediyorum. Anne-babalarınızın mutluluk sebebi, gözlerindeki ışıltı, adınız geçtiğinde sevgiyle andığı, heyecanlandığı evlatları olmanız temennisiyle...
Hoşça kalın...

Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

13 Mayıs 2017 Cumartesi

HAYALDEKİ ÖZLEME KAVUŞMAK

En büyük hayalleri bir evlat sahibi olabilmekti. Ancak 25 yıllık evlilikleri boyunca bu hayallerine kavuşamadılar. Döktükleri göz yaşları, hayallerine duydukları özlemi damla damla secdeye nakşetti. Secdedeki nakışların her bir ilmeği Rahman'a dua olup ulaştı.


Daha ilk kurada Hac yolculuğuna çıkmak onları bir hayli heyecanlandırdı. Bu yolculuğa çıkmadan önceki koşuşturma, yolculuğa çıkma, kutsal topraklara varma ve orada geçirdikleri günler onlar için destansı anılarla anıtlaştı. Hiç unutamadıkları anı ise her kesimden insana örnek oldu.


Mekke'de kaldıkları otel Kâbe'ye yakın olunca belirli zaman aralıklarında otele gelirler, otelde biraz dinlendikten sonra tekrar tavaf etmek adına Kâbe'ye giderlerdi. Yine birgün dinlenmek adına geldikleri otelde iki saat kadar uyudular ve bu zaman içerisinde Mustafa Bey etkisinden yıllarca kurtulamadığı rüyâyı gördü.


Rüyâsında kucağına beyaz kundakta bir bebek verildi. Bebeği kucağına alan Mustafa Bey göz yaşlarıyla bebeği önce bağrına bastı, kokladı ve öptü sonra tekrar geri uzatarak;
- "Benim çocuğum olmuyor ki, bu benim çocuğum olamaz..." diyerek ağlamaya devam etti. O ağlarken bebeği uzattığı kişi Mustafa Bey'in gözlerinin içerisine bakarak;
- "100 yaşında baba olan Hz. İbrahim'i düşün. Bu bebek senin." diyerek oradan uzaklaştı.
Gördüğü bu rüyanın etkisiyle yine göz yaşlarıyla uyanan Mustafa Bey Kâbe'ye koşarak gitti, secdeye kapanarak saatlerce dua etti.


Hac yolculuğunun ardından yaklaşık olarak 6 ay sonra rahatsızlanan Hatice Hanım hastaneye kaldırıldı. Önce acilde müdahale yapıldı ardından nöbetçi doktor tarafından muayene edildi. Doktor muayene ederken Hatice Hanım'a;
- "Hatice Hanım kaç yaşındasınız"
- "Elli yaşımdayım Doktor Bey."
- "Peki kaç yıllık evlisiniz?"
- "Yirmi beş yıllık evliyim."
- "Eşiniz kaç yaşında?"
- "56 yaşında."
- "En son ne zaman adet oldunuz?"
- "Uzun zamandır olmuyordum. Ancak Hac yolculuğumuzun bittiği gün altı yıldan sonra tekrar adet oldum. 5 aydır yine olmadım. Bu defa kesin olarak menepoza girdim sanırım Doktor Bey."
- "Hatice Hanım belki inanmayacaksınız ama siz şuan tam 5 aylık hamilesiniz. Bu büyük bir mucize."


Doktorun verdiği bu müjdeli bilgi üzerine yüksek sesle hıçkıra hıçkıra ağlayan Hatice  Hanım'ı ve Mustaf'a Bey'i gören doktor ve hastane personeli de göz yaşlarını tutamadı. Bir ara ağlamaktan bayılan Mustafa Bey'in yaşadığı mutluluk ise onu hayata sımsıkı bağlayan bir bağ oldu.


Hayallerindeki özleme 25 yıl sonra Anneler Günü'nde kavuşan Mustafa Bey ve Hatice Hanım çocuklarına İbrahim ismini koydu. 25 yıl boyunca gösterdikleri sabır ve ümitvar olmalarının karşılığını geçte olsa İbrahim ile aldılar. Birçoklarının dede ve nene oldukları yaşta onlar anne ve baba oldular.


Mustafa Bey ve Hatice Hanım tattıkları çocuk sevgisinin şükürü olarak her anneler gününde bir çifti ümreye gönderirken bir çiftin de çocuk hayallerini gerçeğe dönüştürecek tedavinin masraflarını üstlendiler. Yıllardan sonra dünyaya gelen çocukları İbrahim'de başarılı bir doktor oldu, anne ve babasının başlattığı bu güzel davranışı devam ettirdi.


Hayallerinizi gerçeğe dönüştürmek azim ve kararlılıkla edeceğiniz mücadele, sağlam bir inanç ve ümitvar olmanızla mümkündür. Bu hafta Gül Name'de hayatlarından bir kesit sunduğumuz ailemizi sevgiyle anıyor, tüm annelerimizin anneler gününü kutluyorum.  Hoşçakalın...


Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr


Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

28 Nisan 2017 Cuma

HER ŞEYE YETİŞEN ABLA

Can Yücel ne kadar güzel dökmüş mısralara 'abla' kelimesini; "Abla demek hayat demektir... Kimi zaman aldığın nefeste kardeşim diyebilmek... Kimi zaman üzüldüğünde karşında bulabilmek... Nefesin kesildiğinde nefes... Yüreğin yetmediğinde yürek... Abla candır... Yanındadır... Kanındadır..." Ne zaman bu dörtlüğü okusam ablam gelir aklıma... Anlatmaya kelimelerin kifayetsiz kaldığı ablamı burada sevgiyle anıyorum.

Geçtiğimiz günlerde bazı takipçilerimden mesajlar aldım. Mesajlarda bana herkesin neden abla dediği ve her şeye nasıl yetişebildiğim sorusu çoğunluktaydı. Ben de bu mesajlardan yola çıkarak bu haftaki yazımı hepinizin anlayışına sığınarak kaleme aldım.

Birçok kez dillendirdiğim üzere benim için gün sabah namazı ile başlar. Her sabah 05.00 de uyanırım. Anne ve babamdan aldığım terbiye ile uyandıktan sonra bir daha asla uyumam. Namazdan sonra, evin yapılması gereken temizlik, bulaşık, yemek, çamaşır vs. gibi işlerini yaparım. En geç saat 09.00 da her işim bitmiş olur. 40 yıllık ömrümün son 25 yılı hep bu şekilde geçti. Geçmeye de devam edecek.

22 yıllık sivil toplumcuyum. Topluma faydalı çalışmalar yapmak ve böyle çalışmalarda yer almak beni mutlu ediyor. Bir sivil toplumcu gerçek anlamda başarıyı yakalamak istiyorsa önce kendine, sonra ailesine ve daha sonra da topluma hizmet etmeyi şiar edinecek. Rad Sûresi 11. ayette Rahman olan Allah "bir toplumun fertleri kendi iç dünyalarını değiştirmedikçe Allah o toplumun gidişatını düzeltmez" der. Yine uçağa bindiğinizde, hostes bir açıklamasında, hava basıncının belirli limitlere düşmesiyle dökülen hava maskesini önce kendinize, daha sonra yanınızda bulunan çocuğunuza takmanızı söyler. Fert iyi olacak ki bu topluma faydalı olabilsin. Kişi iyi olacak ki yanındaki çocuğuna bakabilsin, müdahale edebilsin.  İşte bu düsturla hareket etmekteyim.

Güne erken başlayınca ve belirli bir düsturla hareket edince, kendimi ve ailemi ihmal etmeden, her yere yetişebiliyorum. Buna yaşam enerjim ve hareketliliğimde eklenince, yetişebildiğim her yerde, mutluluğu ve başarıyı yakalıyorum.

Yaşlısı genciyle, kadını erkeğiyle, her kesimden insanın bana abla demesi başka bir mutluluk kaynağım. Aslında bana neden abla dediklerini onlara sormak lazım. Takipçilerimin gönderdiği mesajlara cavap olması açısından birkaç kişiye ben sordum. "Abla sen bizi çok iyi anlıyorsun, acımızı ve mutluluğumuzu paylaşıyorsun" cevabını alınca; toplum olarak anlaşılmaya ve paylaşmaya ne kadar ihtiyacımız olduğunu daha iyi anladım. Ve anlamanın, paylaşmanın dua ve gayretinde olmam gerektiğini öğrendim.

Bir defasında, kalabalık bir ortamda benden yaklaşık olarak 20 yaş büyük birisi, bana 'abla' diye hitap edince orada bulunan bir başka kişi 'kızın yaşındaki birisine neden abla diyorsun' diye tepki gösterdi. Bu tepki üzerine, bana 'abla' diye hitap eden kişi, benim yanıma gelerek, 'kusura bakma abla, bir daha abla demem' dedi. Bu durum karşısında hem tebessüm ettim, hem de çok duygulandım. Bu kişinin ellerine sarılarak 'bu bir kusur değil, ben abla olmaktan mutluluk duyuyorum' dedim.

İnsanlara nefes olunca, hayatlarına can katınca, onları anlayınca, acısını ve mutluluğunu paylaşınca kaç yaşında olursanız olun benim gibi abla oluyorsunuz. Herkesin ablası olunca da muhteşem duygular yaşıyorsunuz.

Ben sizlerin ablası olmaktan çok memnunum. Sizlerle vakit geçirmekten ve bir nebzede olsa sizlere faydalı çalışmalar yapmaktan onur ve mutluluk duyuyorum. Plan ve program dahilinde hareket edince de her şeye çok rahat yetişiyorum. Gül Name'nin vefakâr takipçileri beni https://www.facebook.com/profile.php?id=100004974948353, https://instagram.com/emine_kuren_gulname?igshid=19yvlfckm1mdo, http://gullnamee.blogspot.com.tr, https://www.youtube.com/channel/UCfvH6THQ9mBszjiA6j_ogOQ hesaplarımdan takip edebilirsiniz. Kaleme almamı istediğiniz konuları bana iletebilirsiniz.

Beni ablalık makamına lâyık gören ve mesajlarıyla destek veren canlarım, Gül Name'de sevgiyle kalın... Hoşçakalın...

Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

12 Nisan 2017 Çarşamba

BİLİNMEYEN YÖNLERİYLE METİN TEK

Bu haftaki durağımız Kırklarsırtı'ndaki Şehit Pilot Üsteğmen Bahadır Şahin Parkı içindeki Yosun Cafe... Konuğumuz ise evlat, abi, arkadaş, eş ve baba kimliği ile her kesimden insana örnek olan ve yine her kesimden insanın sevgisini kazanan, Tarsus'un değerlerinden birisi sanatçı Metin Tek...
Çamlıyayla Belçınar Köyü'nden inşaat işçisi Ahmet ve ev hanımı Hatice'nin üç çocuğunun ilki olarak, 2 Nisan 1983 tarihinde, Tarsus'un Bağlar Mahallesi'nde, anne ve babasının mutluluk nağmeleriyle gözlerini dünyaya açtı...


“Hayatta dün yok yarın var. Acısı ve tatlısı ile dünü dünde bırakıp, yarınlarım için her anlamda en iyisini yapabilmek adına gayret gösteririm” diyen, siyasetin her türlüsünden uzak duran, saygı, sevgi ve hoşgörüsüyle toplumda yaşayan tüm bireyleri insan olduğu için seven, yüreğinin büyüklüğünü ömrünün her deminde gösteren birisi...


"Bu toprakların farklı adreslerinden aynı evlatlarıyız. Bir Mardinliye Karadeniz türküsü, bir Trakyalıya da Ege türküsü verdiğimiz an adreslerimizin bir önemi kalmayacak. Türk Halk Müziği bir tarafa, diğer tüm müzik türleri bir tarafa" düşüncesini benimseyerek müzik felsefesini oluşturan, mütevazılık kitabının yazarı...


- "Hoş geldiniz... Nasılsınız Metin Bey?"
- "Teşekkür ederim. Siz nasılsınız?"


- "Bende iyiyim. Teşekkür ederim." - "Metin Bey biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?"
- "1983 Tarsus doğumluyum. On iki yıl kadar Tarsus'tan ayrı kaldım. Beş yıl önce tekrar Tarsus'a döndüm. Evliyim. Altı aylık bir kız çocuğu babasıyım. İnşaat mühendisi olarak hayatımı idame  ettiriyorum.”


- "Hiç kimsenin görmediği bir özelliğiniz var mı?"
- "Hiç kimsenin görmediği demeyelim ama insanların görüp de şaşırdığı özelliklerim var. Bunların başında agresif yapım gelir. Aslında görenler yumuşak, mülayim, çok iyi huylu derler ama bu tarz bir durumla karşılaştıklarında bir hayli şaşırırlar. Agresifliliğim çok uzun sürmez. Agresifliliği yaşadıktan on dakika sonra hiç farkında olmadan unutuyorum ve normal muhabbetime devam ediyorum. "


- "Beğendiğiniz ve beğenmediğiniz yönleriniz nelerdir?"
- "Bildiğiniz gibi söz-müzik yapıyorum. İnşaat mühendisi olmamdan dolayı da bir tarafım sayısal alandır. Bu iki farklı konuyu kendimde barındırıyor olmamı beğeniyorum. Biraz önce bahsettiğim ani parlamam da  beğenmediğim yönümdür."


- "Keşke yapsaydım ya da yapmasaydım dediğiniz konular oldu mu şimdiye kadar?"
- "Tabii ki neticede kuluz. Hatamız oldu, olacak. Pişmanlıkla alakalı olarak müzikle ilgili şunu söyleyebilirim; müzik yapmaya çok geç yaşlarda başladım. Bir şeyler yazmaya, enstrümansal anlamda kullanmasam da çalmaya erken yaşlarda başladım. ‘Senin yaptığını kim dinler, kim beğenir, kimin hoşuna gider’ gibi çekimserliğim vardı ve bu kaygılarla yazdıklarımı kayda almadım. Bir şeyleri yazmışımdır, sonra yırtmışımdır. Bu benim pişmanlığımdır.  Keşke daha önce yapsaydım dediğim konusu ise kızımdır.


- "Allah bağışlasın..."
- "İyi ki Allah nasip etmiş... Umarım herkese nasip eder."


- "Âmin... Gerçekten çocuklar evlerimizin neşesi. Bir baba olarak da sizi kutluyorum. Çünkü takip ediyorum sizi... Evladınızla ilişkiniz süper..."
- "Teşekkür ederim."


- "Müzik kulağı da çok iyi... Metin Fan Sayfası'na girip çocuğuyla söylediği parçayı bir dinlemenizi tavsiye ediyorum." - "Her insanın hayatında yapmış olduğu büyük çılgınlıklar var. Hatta çılgınlık mutlaka bir tane vardır... Öyle değil mi? Peki sizin böyle bir çılgınlığınız var mı?"
- "Vardır tabii ki... Çok fazla vardır... Bunlardan aklıma gelen; Adana Spor futbol takımına spor tesisi inşa ediyordum. O zamanlar da yeni mezundum. Şantiye şefiydim. Çok fanatik Galatasaray'lıyım bu arada... Bir fanatik Beşiktaşlı olan o zaman ki patronuma, muhtemelen kendiside izleyecek bunu(YouTube videosunu), birkaç küçük masum yalan söyleyerek Galatasaray maçına gitmiştim. Ki o vakitler uçak biletleri şimdiki gibi ekonomik de değildi. İki maaşımı verip, uçak bileti alarak Galatasaray maçına sabah gidip, akşam dönmüştüm."


- "Güzel bir çılgınlık olmuş...” - “ Peki Metin Bey müzikle yolunuz ne zaman kesişti?."
- "Ben ilkokuldayken sıranın üzerinde ritim tutmaya çalışırdım. Maddi durumu çok iyi olmayan aileden geliyorum. Müzikal bir enstrüman alıp bir şeyler yapmak imkansız gibi bir şeydi. Mezun olup kendi paramı kazandıktan sonra bir şeyler yapmaya başladım. İlk bağlama aldım. Bağlama ile ilgili küçük bir anımı anlatayım; gittiğim bağlama kursunun ilk dersinin onuncu dakikasında hoca beni dışarıya attı. Nota bilmiyordum. Bende kendi kendime öğreneyim dedim. Benim babam da bağlama çalar. Babamdan destek almak istedim. O da; 'sen benim oğlumsan bana bir Allah'ın kulu öğretmedi, sende kendin öğrenmek zorundasın' dedi. Anamın affına sığınıyorum bir iki sene kafasını şişirdim. Hiç bir şey çalamadım diyebilirim. Sonra çalmaya başladım. Yaklaşık beş yıl sürdü."


- "İyi ki başlamışsınız. Bize büyük bir kazanımsınız. Sizi Tarsus’un bize kazandırdığı büyük bir ses sanatçısı olarak görüyorum ve gördüğüm için, değer verdiğim için de Gül Name'ye konuk ettik. Her zaman başımızın tacısınız. Her zaman Sizinle bir araya gelmek isteriz."
- "Çok teşekkür ederim."


- "Rica ederim.” – “ Sanat dünyasında idolünüz kimdir?"
- "Sanat dünyasında idolümle ilgili bir şey söylerim ama beni dinleyenler ne alaka diyebilir. Bana göre sanatçı dediğimiz kişilerin yaptığı müzik değil onların kişilikleri örnek alınmalı. Ben bu mana da Neşet Ertaş derim. O'nun üzerine de hiçbir şey söyleyemem."


- "Gerçekten mükemmel bir üstattır kendisi..."
- "O'nun gibi olamayız. Birinin yolundan gideceksek Neşet Ertaş derim."


- "Gittiğimiz her yerde dile getiriyoruz. O'nun gibi olamasak da en azından olmak adına mücadele etmek de güzel bir şeydir. Öyle değerli üstatlar gibi olmak adına mücadele ettiğini görüyoruz. Tebrik ediyoruz." - "Hangi sanatçıyla kişiliğinizi benzetiyorsunuz?"
- "Malum Anadolu rock yapıyorum. Hani o manada biraz Murat Kekilli biraz Murat Göğebakan diyebiliriz. Murat Kekilli'de bu toprakların çocuğu olduğu için zaman zaman mesajlar geliyor Çukurova'nın yeni Murat'ı diye... Buna çok mutlu oluyorum. Tabii ki olamayız ama bunları duymak bile bize yetiyor."


- "Bu konuda bize gelen mesajlarda Gül Name takipçileri de Sizi kişilik olarak Murat Kekilli'ye benzettiklerini ifade etmişlerdi." - "Bir sanatçı olarak ne tür müzik dinlersiniz?"
- "Çok teşekkür ederim. Aslında iltifat ediyorsunuz. Bir şeyler yapmaya çalışıyorum ama sanatçı kelimesini bizden çok büyüklere kullanalım. Şarkıcı vs. dersiniz ama sanatçı demeyin rica ederim."


- "Çok mütevazisiniz..."
- "Estağfurullah... Dinlediğim müzik türlerine gelince; çok fazla ayırt etmiyorum. Arabesk çok az dinlerim. Benim için bir Türk halk müziği vardır bir de geriye kalanlar vardır. Türk Halk müziği bambaşka bir şeydir. Yaşanmışlıkları var, hikâyeleri var. Adam barda gördüğü birine bir şeyler yazıyor pop oluyor ama Türk Halk müziği o kadar basit bir şey değil. 600-700 yıl önce yazılmış ve hala dinlenen popülaritesini kaybetmemiş türküler var. Benim için türküler bir tık önde. Bana daTürk Halk müziği parçası yap diyorlar. Ben sadece bir tane yaptım. Anneannemin ve dedemin ardı ardına vefat etmesine istinaden yazdım. Onu yazdıktan sonra biraz çekindim. Türk Halk müziği yazmam için çok farklı noktalarda olmam gerektiğini düşündüm. İlham gelse bile onun ustası var."


- "Ama ben eminim ki siz onu da yaparsınız. Gerçekten mütevazi bir insansınız. Çünkü sanatçı kelimesini ifade ederken; sanatçı olduğunu söyleyip de topluma örnek olmayan kişileri ben biliyorum. Sanatçıların yaşantısıyla, konuşmasıyla, işiyle, ailesiyle vs her yönüyle bu topluma örnek olması gerekiyor. Sen bunun farkında olduğun için bence birçok kişiden, birçok sanatçıdan örnek bir sanatçısın. Bu konuda ben mütevaziliği kabul etmiyorum. Önemli bir konuya değindiğin için teşekkür ediyorum. Bir şeylerin farkında olmak gerekiyor. Bu sadece sanat camiası için değil hangi mesleği icra edersek edelim topluma örnek bireyler olmak adına o meslekle alakalı mücadele etmek gerekiyor. Bu mücadeleyi verdikten sonra da başarı kendiliğinden geliyor." - "Şuan da inşaat mühendisisin... İnşaat mühendisliği değil de keşke şu mesleği yapsaydım dediğiniz oldu mu?"
- "Şuan bir mesleğim var, inşaat mühendisliği. Bir de hobim var, müzik... Her ikisi de bana babadan kalma. Babam inşaat işçisiydi. Aynı zamanda bağlama çalardı, söylerdi. Ben bu ikisiyle de gurur duyuyorum. İkisini de severek yapıyorum. Şu meslek olsaydı dediğim yok.


- "Yaşayamadığınız için pişmanlık duyduğunuz bir konu oldu mu?"
- "Müziğe keşke küçük yaşlarda başlasaydım. Bir de şunu söylemek istiyorum. Şuan 33 yaşındayım. İlk çocuğum Asel 6 aylık... Böylesine büyük bir duyguyu, hevesi ve şevki kazandırdığını bilseydim insana çok daha erken baba olmak isterdim."


- "Gerçekten annelik babalık duygusu çok güzel bir duygu. Allah yaşamayanlara yaşatsın. Bunun farkında olmakta güzel. Nice babalar biliyoruz ki evladıyla iletişimi çok kötü... Aile ile ilgili yaptığımız çalışmalarda bunlar gözlemlediğimiz konulardı. Ve zaman zaman gündeme getirmiştik. Ben bir kez daha baba olarak sizi tebrik ediyorum. Biraz önce de ifade ettiğim üzere tüm takipçilerimize Metin Fan Sayfası'ndan ailenizle iletişiminizi takip etmelerini tavsiye ediyorum."
- "Küçük bir şey eklemek istiyorum. Tabii ki anne ve babanın evladıyla iletişimi çok önemli… İnanın annenin evladıyla iletişimi, babanın evladıyla iletişimini hazırlıyor. O manada eşim Çağla Tek'e çok teşekkür ediyorum. Kızımızla iletişimi öyle güzel kuruyor ki dışarıdan birisi olarak da gitseniz kızımın yanına iletişime açık ve yüzünüze halde oluyor. Tekrar eşime teşekkür ediyorum."


- "Aile eğitim seminerlerinde dile gelen bir konudur; babayla evlat arasındaki iletişimi kuvvetli tutacak olan köprü annedir, anne ile evlat arasındaki iletişimi kuvvetli tutacak olan köprü de babadır. Ben teşekkür ediyorum siz bunu güzel benimsemişsiniz, yansıtıyorsunuz." - “İlk klibiniz Tarsus Suskunluğu'nun beklediğinin üzerinde beğeni alması sizi nasıl etkiledi? Bu klibin başarısı sizi başka projeler yapmaya teşvik etti mi?"
- "Şuan Yosun Cafede'yiz... Yosun Cafe ile iletişimimize sebep olan da Tarsus Suskunluğu klibimiz... Belkız Hanım'a da bu arada teşekkür ediyorum. Zaman zaman sayfamızda yayınladığımız klibimiz birçok kişiyle tanışmamıza vesile oldu. Yeni projeye gelince de; Sinan Avcı Abimize çok teşekkür ediyorum. 'Tarsus Suskunluğu' klibinde sponsorumuz oldu. İkincisini de kendisi istedi. Şu an 'Hiç Aklımda Yokken' klibi yayında."


- "Başarılarınızın devamını diliyorum. Burada bir parantez açmak istiyorum. Tarsus'umuzun yetiştirdiği kıymetli insanlar var. Sanat dünyasına kazandırdığı yerel sanatçılarımız var. Ben tüm Tarsus halkına, kurumlara, kuruluşlara bu sanatçılarımıza destek vermek konusunda ricada bulunuyorum. Bu sanatçılarımıza sahip çıkalım. Bunlar bizim değerlerimiz. Tarsus'un sesini dünyaya duyuracak olan köprüler olarak görüyorum ve destek çıkma konusunda tekrar ricada bulunuyorum." - "İkinci klibinizde hayırlı olsun. Klip çektiğiniz 'Hiç Aklımda Yokken' şarkısının hikayesini Gül Name için anlatır mısınız?"
- "'Hiç Aklımda Yokken' klibinde eşini kaybetmiş birini oynuyorum. Bebeği ile bir başına kalmış. Tabiri caizse şizofrene bağlıyoruz, hayaller falan görüyorum. Sözleri vs. itibariyle kavuşamama parçası… Parçanın özellikle bir hikâyesi yok. Bu parçayı İstanbul'da yazmıştım. Klibe gireceğimiz anda, en son stüdyo kaydında ben sözlerini biraz değiştirdim. İstanbul’da sevdiğimden ayrıydım. O zaman bunun sözlerini yazmıştım. Klibin senaryosunu da işin içine katınca eşi vefat etmiş bir insanı anlatıyormuş gibi bir durum çıktı ortaya. Çok olumlu tepkiler alıyorum. Önceki halini bilenler kıyaslamasını yapıyorlar. Şuan daha iyi odu..."


- "Açıkçası 'Hiç Aklımda Yokken' şarkısında kendimi bulduğum için etkilendim. Çünkü ben de eşimi kaybetmiş bir insanım. Kızım bir yaşında yetim kaldı. Biz hayatı kızımla mücadelelerle adımladık. Bizim sesimiz olduğunuz için teşekkür ediyorum. Bu parçayla da beklediğinizin üzerinde bir başarıya ulaşırsınız inşallah." - "Sence ikinci klibiniz de ilk klibiniz gibi aynı başarıyı yakalar mı?"
- "İlk klibimizde Tarsus geçtiği için hemşerilerimiz nedir ne değildir diye baktılar, izlediler. Bizim şuanda takip edebildiğimiz 280 bin izlenmesi var. Onun dışında kaçak indirmeler vs. de var. Bunun oranının ne olduğunu tam bilmiyorum. Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda Tarsus'ta yüksek oranda izlemiştir, dinlemiştir. Yeni klibimiz de Tarsus vs. gibi mekân, yer, muhit içermediğinden daha genel olduğu için geçebileceğine inanıyorum. Türkiye'nin her yerinden dinlenilir diye umut ediyorum."


- "Daha çok başarıya ulaşsın, sadece Türkiye değil dünya dinlesin inşallah..." - "Aile, müzik ve işiniz arasındaki dengeyi nasıl sağlıyorsunuz?"
- "Aile, müzik ve iş arasındaki dengeyi tek sağlayan ben değilim. Bu konuda yine eşime teşekkür ediyorum. Eşim hem çocukla hem evin ihtiyaçlarıyla fazla fazla ilgilendiği için bana çok fazla yük bırakmıyor. Zaten işin dışında ilgi alanımızla ilgili şeyler yaptığımız için bana çok fazla bir şey bırakmıyor. Aslında benden ziyade bu dengeyi sağlayan eşim."


- "Hani derler ya her başarılı erkeğin ardında eş var. Aslında ardında değil yan yana, diz dize, el ele olunca gerçek anlamda eşler başarıya ulaşıyor. Biz tekrar eşinize teşekkür ediyoruz sizin gibi kıymetli bir insanın başarısında imzası var. Onunla da tanışmak isteriz. İnşallah bir gün ev ziyaretine geliriz tanışmak adına..." - "Son olarak eklemek istedikleriniz var mı?"
- "Gülmeleri anlamında şöyle bir şey anlatabilirim; ben 'Tarsus Suskunluğu' parçasını yayınlandıktan kısa bir süre sonra bir ablamız mesaj atmış. Neler neler yazmış; 'Sizin gibi ünlüler gider Etiler'de yaşar. Sonra memleketimden bir para kazanayım diyerek memleketine gelir... Gelir bir de memleketinde bir şeyler yapar...' diye yazmış öfkeyle... Ben de şunu sordum; 'ablacım siz nerde oturuyorsunuz.' Benim evin iki sokak aşağısında oturuyormuş. 'Ablacım biz aynı pazardan alış-veriş yapıyoruz, aynı bakkaldan ekmek alıyoruz. Bu nasıl olacak' dedim. Bayağı bir utandı. 'Kusura bakmayın. Ünlü olunca orda yaşadığınızı düşündüm' dedi. Bu vesileyle şunu söyleyeceğim. Tarsus'tayım... Burda yaşıyorum. Herkes gibi benim de mütevazı bir hayatım var. Canlı müzikle de alakalı şu sıralar çok mesaj geliyor. Canlı müzik, sahne vs. gibi şuan için kafamızda o tarz programlar yok. Bunlarla ilgili şuan bir şeyler yapmayı düşünmüyoruz. İlerleyen süreçte olursa kendi sayfamızdan duyururuz. İlgilenen arkadaşları mutlaka bekleriz."


- " Siz biraz önceki konuyu dillendirirken aklıma geldi. Toplum olarak önyargı konusunda müthiş derecede eğitime ihtiyacımız var. Bunun altını çiziyorum vicdan ve önyargı eğitimine ihtiyacımız var. Çünkü çok dejenere oldu hem ön yargılarımız hem de vicdanlarımız. Tüm takipçilerimize ön yargı konusunda kendilerini silkelemelerini rica ediyorum. Ve ben Size çok teşekkür ediyorum. Çok güzel bir sohbetti."
- "Estağfurullah... Ben de teşekkür ederim."


- "Tarsus Belediye Başkanımıza böyle güzel bir parkı Tarsus'a, Tarsus Halkı'na kazandırdığı için çok teşekkür ediyorum. Biz kendisini çok seviyoruz, çok saygı duyuyoruz. Tarsus adına güzel çalışmalar yapıyor. Kendisini tebrik ediyoruz ve yanında olduğumuzu da bilmesini istiyoruz. Biz dün Metin Bey ile Vegas Cafe'deydik. Kahvelerimizi içtik, biraz hasbıhal ettik. Vegas Cafe'nin işletmecilerine burdan tekrar teşekkür ediyorum. Yosun Cafe'ye çok teşekkür ediyorum. Yosun Cafe işletmecisi Belkız Hanım her zaman için bize kapılarını açmıştır. Aynı zamanda bize destek veren Melodi İletişim'e ve bu röportaja emeği geçen herkese ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Metin Bey ile başka bir zaman diliminde tekrar görüşmek üzere diyorum. Gül Name'de kalın... Biz sizleri çok seviyoruz... Hoşça kalın... Sevgiyle Kalın...

Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

17 Mart 2017 Cuma

MÜNİRE KANTARCI ARATEKİN İLE KADINA DAİR...


'Sessiz Çığlığım Olur Musun?' projesi kapsamında Türkiye'deki kadın profillerini gündeme taşımak ve sizlerle buluşturmak adına bu haftaki durağımız Tarihi Evler Sokağı'ndaki 'Gizli Bahçe', konuğumuz ise sosyal çalışmaları ile hepimizin gönlüne taht kurmuş Sayın Münire Kantarcı Aratekin Hanımefendi oldu.


Kendisini eğitmeyi ve yenilemeyi seven Münire Hanım evli ve iki çocuk annesidir. Sosyal çalışmalarında yakaladığı başarıyı sosyal ilişkilerinde de yakalamış, tüm bunlarda sanatsal kimliğini ortaya koymuş dost bir insandır. Münire Hanım'la Tarsus Medeniyetler Beşiği Sayfası'nda editör olmak, Tarsus ve Tarsus Halkı için çalışmalar yapmak benim için büyük bir mutluluktur.


Gül Name' ye hoş gelip, sefalar getiren ve bizlere varlığı ile tebessüm ettiren Münire Hanım'la, güzel bir atmosferde kadına dair sohbet etmek muhteşem ötesi güzeldi. Sadece bir bölümünü videolaştırdığımız, aklımıza ve yüreğimize kazınan bu güzelliği yazıya dökerek sizlerle paylaşmak istedim.

- "Hoşgeldiniz Münire Hanım..."
- "Hoşbulduk..."


- "Nasılsınız?..."
- "Teşekkür ederim... Siz nasılsınız?"


- " Ben de teşekkür ederim. Evli bir bayansınız ve evliliğinizle de bizlere örneksiniz. Peki evde kimin sözü geçiyor Münire Hanım..."
- "Genel anlamda ortak kararlar veriyoruz ama hanımların sözü daha çok geçiyor."

- "Kadın mı, yoksa bayan mı? Nedir, kimdir kadın?..."
- "Kadın da değil, bayan da değil, 'hanım'dır. Kadın öncelikle insandır sonrasında da annedir, evlattır, eştir. Kadın yaratılmış en kutsal bir varlıktır. Güçlü kadın mesaisi olan bir kadın demek değildir. Yaşamından zevk alan, tek bir role sığmayan, mutluluk havuzunu tek bir muslukla değil, birçok muslukla doldurandır. Kendi yaşamını, işini, eşini, hobilerini, hedeflerini, arkadaşlarını hayatını tadında, dengede sürdürendir.


- " Aile de kadın ve erkeğin rollerini incelediğimizde eşitlik mi yoksa adalet mi ön planda sizce?..."
- "Eşitlik olması için önce adalet olması gerekiyor. Ama maalesef toplumumuzda adalet olmadığı için eşitliğin de olmadığını düşünüyorum. Kadın ve erkek eşitliği hususunda teoride birçok gelişmeler yapılmış fakat uygulamada büyük problemler yaşanmaktadır..."


- Türkiye'de kadın olmak nasıl bir duygu?..."
- "Türkiye'de kadın olmak demek erkek egemenliği adı altında bastırılmış demektir. Türkiye'de kadın olmak demek bu egemenlikten sıyrılabime savaşıdır. Her yere yetişebilme mücadelesidir. Yolda bir sapığın tacizi ve saldırısı korkusuyla yürümektir. Kadın olmak 'bende varım' mücadelesi vermektir.


- "Kadına şiddet konusunda düşüncelerinizi bizimle paylaşır mısınız?..."
- Kadına şiddet öncelikle insanlığa şiddettir. Türkiye'de doğuda yapılan bir araştırmada eşinden şiddet gören kadınların % 52'si bir daha dünyaya gelse kadın olmak istemiyor. Genel anlamda istatistiklere göre kadınların % 42'si fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddete maruz kalıyor. Şiddet nedenleri ise; psikolojik hastalıklar, töre-gelenek-görenekler, kültür farklılıkları, cinsiyet ayrımcılığı, eğitim eksikliği, medyadır..."


- "Kadına yönelik çalışmaları nasıl buluyorsunuz. Sizce bu çalışmalar yeterli mi?..."
- "Devletimiz bu anlamda 6284 sayılı ' Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddettin Önlenmesi'ne dair yasa çıkarmıştır. 'Yeni Şiddet Yasası' ile şiddete uğrayan ya da görme tehlikesi olan kişilere sığınak, hukuki destek, psikolojik destek verilir. Yine bu konuda başta ebeveyinlerin bilinçlendirilmesi gerekir. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de hiçbir cinsiyet ayırımı yapmadan 'Ey inananlar!..' diye hitap eder. Bundan yola çıkarak ebeveynler çocuklarına eşit davranmalıdır, okullarda da öğretmenler cinsiyet ayırımı yapmamalıdır. Devletin kamu alanlarında sosyologlar ve psikologlar eşliğinde psikolojik destek ve halka yönelik aile eğitim seminerleri vermesi doğru olacaktır..."


- " Bir erkek olsaydınız eşinize nasıl davranırdınız?..."
- Kadınlar fıtratı gereği ince ve narin insanlardır. Biz erkekler gibi düz mantık bakmayız, her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünür, inceleriz. Şefkat ve merhametle yoğrulan kadınların ençok sevgiye ihtiyacı vardır. Bu sebeple eşime sevgiyle bakar, sevgiyle davranırdım.


- "Türkiye' deki ve dünyadaki kadınlar arasındaki birliktelik sizce hangi uygulamayla sağlanabilir?..."
- "Kadına şiddet konusu sadece Türkiye'de değil tüm dünya ülkelerinde var olan bir konudur. Her beş kadından biri şiddete maruz kalmaktadır. Kadına şidddet konusu başta olmak üzere kadınlar arasındaki birliktelik kadının kendi değerini bilmesi ve bu değeri hakkıyla taşımasıyla çözüme ulaşacaktır..."


- " Verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ediyorum Münire Hanım... Çıktığımız bu yolda bizleri yalnız bırakmayan takipçilerimize de ayrıca teşekkür ediyorum..."
- " Rica ederim... Bana fırsat verdiğiniz için ve konuk ettiğiniz için teşekkür ederim..."


Bu hafta Gül Name'de Münire Kantarcı Aratekin hanımla kadına dair konuştuk. Münire Hanım'a bu güzel sohbet ve verdiği bilgiler için tekrar teşekkür ediyorum. Bir başka mekanda, bir başka konukla tekrar görüşmek adına sevgiyle kalın...


Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

BİR HAYAT SENFONİSİ


"Hayat insan yaşamındaki en yüksek okuldur..." Kulağımın en nadide küpesi oldu bu söz yıllar önce... İlk duyduğumda bir anlam veremesem de sonrasında yaşanmışlıkların içinde en derin manaların yüklendiği sözden bir küpe oldu kulağım da...

Yıllar önce bir ikindi çayın da varlığı ile mutluluk duyduğum komşum Fatma Teyzem çayımızı yudumlarken anlatmıştı;
Fatma Teyzemin çilesi 14 yaşında gerçekleştirdiği evlilik hayatı ile başlamış. Evlendiği güne kadar zamanının şartlarına göre eşinin yüzünü hiç görmemiş. Bu da yetmezmiş gibi evlendiği geceden itibaren eşinden hep dayak yemiş. İlk çocuğuna hamileliği ise tam bir film konusu. Doğum sancıları tutunca eşi bir merkebe bindirip annesinin köyüne gitmesini ve doğumu orada yapıp çocuk birkaç aylık olunca dönmesini istemiş. Daha önce annesinin köyüne tek başına hiç gitmeyen Fatma'nın giderken kat ettiği yol hayatında bir dönüm noktası olmuş. Yaklaşık dört saat merkep üzerinde geçen yolculuğun ardından yorulan ve sancısı sıklaklaşan Fatma yolda karşısına çıkan bir çınar ağacının altına sığınmış. Ve bu çınar ağacının altında  bebeğini dünyaya getirmiş. Koca çınar ağacının heybetli gövdesine yaslanıp kucağında ki bebeğine bakmış göz yaşlarıyla. Bebeğinin masum bakışlarla ağlaması onu alem içinde bir aleme sürüklemiş o an. İşte bu sürüklenişle hayatın da dönüm noktası olan kararları almış. Yağmur ve gök gürültüsü şahitlik etmiş tüm bu kararlara.

Fatma yolculuğu boyunca yol işaretlerindeki yazıları okuyamadığı için annesinin köyü yerine daha önce hiç görmediği ağaçlarla kaplı bir alanda bulmuş kendini... İşte bu yüzden zor şartlarda dahi olsa okumayı ilk hedef edinmiş... Sonrasında evladına iyi bir gelecek için mutlaka çalışması gerektiğini düşünmüş... Bunları düşünürken yağmurdan ve soğuktan korumak adına bebeğine sımsıkı sarılan Fatma oturduğu yerde uyuya kalmış...

Sabah ezanı sesiyle gözlerini açtığında evladının soğuktan buza kesmiş cansız bedeniyle karşılaşmış... Daha evladına doyamadan kaybeden Fatma çığlık çığlığa öyle bir bağırmış ki... Yüreğinde yanan evlat acısı alev alev gökyüzünde çığlıklarına karışmış. İşte bu acıyla bebeği kucağında hıçkıra hıçkıra ağlayarak koşmaya başlamış. Yoldan arabasıyla geçen bir öğretmen Fatma'yı görünce durmuş. Arabasına almış. Öğretmenlik yaptığı köye götürmüş. Öğretmen ve köylüler öyle ilgilenmişler ki... En derin yarasına merhem olmuşlar adeta. Bebeğini köyün mezarlığına gömmüşler. Fatma bu köyde üç gün kalmış. Üç günün sonun da köy muhtarının da yardımıyla öğretmenin arabasıyla yaşadığı köye gelmiş. Fatma'nın öğretmenin arabasından indiğini gören eşi ateş püskürmüş... Bir hengame koparmış o an... Tartaklamaya başlayınca araya öğretmen girmiş... Kavga-kıyametin ardından eşi Fatma'yı anlayıp dinlemeden namussuzlukla suçlayıp boşamış... Ailesinin de kabul etmediği Fatma'ya öğretmen sahip çıkmış... Fatma'yı evladı bilip bağrına basmış...

Tüm bu yaşadıklarından hayatta kendine yol aydınlığı olacak dersler çıkaran Fatma kendisine kol kanat olan öğretmenin desteği ile okumuş... Öyle bir başarı sağlamış ki sınıf atlayarak ve okul birincilikleriyle liseyi bitirmiş. Üniversitede de öğretmenlik fakültesini okuyan Fatma geç de olsa öğretmen olmanın mutluluğu yaşamış. Enteresan olan ise ilk tayininin evladının mezarının bulunduğu köye çıkması olmuş. Tayinin çıktığı köye giderken köy yolunda bulunan ve altında hayatının en acı anısını yaşadığı çınar ağacının dengine geldiğinde durmuş. Gözyaşlarıyla çınar ağacına doğru yürümüş. Ağacın yanına geldiğinde gövdesine kazılmış olan yazıya gözleri ilişmiş. Bebeğini dünyaya getirirken acıdan tırmaladığı ağacın gövdesinde bulunan bu yazıyı o an okuyamamanın yaşattığı üzüntü aklına gelmiş. Yıllar sonra çınar ağacına kazılmış bu yazıya parmaklarını dokundurarak gözyaşıyla okumuş; "Hayat insan yaşamındaki en yüksek okul... Yaşadıkların ise bu okulda ki dersler... Bu dersler karşısında sabırla gayret gösterirsen okulun en başarılı öğrencisi olursun... Ve birgün mutlaka sabrının mükafatı sana mutluluk olarak döner..."

Fatma Teyze yaşadıklarını öyle güzel anlatmıştı ki bana... Göz yaşım yanağımdan süzülüp yüreğime akmıştı. Fatma Teyze'nin sabrının mükafatı da Fatma Teyze'ye okuyup öğretmen olmasıyla, evlenip anne olmasıyla dönmüştü. Anlattıklarından anladım ki; Hayatın senfonisi sabır ve mutluluk arasındaki yaşanmışlıklardı... Vesselam...

Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...