2 Temmuz 2017 Pazar

YAĞMUR FASLINDAYIM...

Yine yağmurlu bir günde yağmur faslındayım... Ve yine ben yollardayım... Yürüyorum yağmurda umuda doğru çisil çisil... Melekleri hissediyorum yüzüme vuran her bir damlada... Gök gürültüsü sabır bardağımı anlatıyor adeta... İşte o an yükseliyor gökten bir nida;
"Sabrettiğinize karşılık size selam olsun!.."(Rad Sûresi 24. Ayet)

Yağmur olanca şiddeti ile yağıyordu. Yağmurun şiddetine aldırmadan koşar adımlarla hastane kapısına yöneldi. Büyük bir hızla girdiği hastanede kendini bekleyen kaderin belirsizliği içinde yoğun bakım bölümünün önüne geldi. Geldiğinde birikmiş kalabalığı görünce üzüntü ve acıdan titreyen bedeni yere yığıldı. Saçlarına ve alnına dokunan elin sıcaklığı ile kendine gelince feryadı ve hıçkırıkları göz yaşı olup dilinden dökülen ağıtlara karışdı.

Zekâsı, hareketliliği,  yardımseverliliği ve sempatikliliği ile herkesin sevgisini kazanmış bir tanecik oğlu 20 gündür verdiği yaşam mücadelesini kaybetmişti. Aylarca karnında taşıdığı, bir emek büyüttüğü, geleceğine dair hayaller kurduğu evladı yoktu artık. Evlat acısı kor olup yüreğini alev alev yakarken, hasretinin dayanılmazlılığı daha ilk saatlerde sarmıştı tüm bedenini...

Ne büyük acı "ayağına taş, başına yaş" değmesin diyerek büyüttüğü evladının üzerine toprak atılmasını izlemek... İzlerken tüm yaşadıkları bir film şeridi gibi geçti gözlerinden. Nedenler, niçinler kurcalarken zihnini iki evlat acısı yaşamış annesinin "sabır ya hu" diyerek dua ettiğini duydu. Herkesin hüzünlü bakışları arasında annesine koşup sarıldı. "Nasıl dayandın evlatlarının acısına anne!.."

Evladından ayrı ilk gecesini annesinin verdiği seccadenin üzerinde geçirdi. Ellerini semaya her kaldırdığında acısını hafifletecek sabır diledi. Yorgunluktan ve acıdan yorulan bedeni ile secdeye kapandı.

Derin bir nefes alarak doğruldu secdeden. O an eli secdedeyken yanına gelen kızına değdi. Oğlunun geçirdiği trafik kazasından sonra günleri hep hastanede geçtiği için uzun zamandır kızını görmemişti. Kızının gözlerine derin derin baktı, saçlarını okşayarak bağrına bastı. O an bir evladı daha olduğu için şükretti.

Yağmur faslındayım... Acılarım dua... Mutluluğum dua... Düşüncelerim dua... Adımlarım dua... Her fasılda olduğu gibi yağmurun nağmelerine dokunuyor dualarım... Sabır bardağımdan şükr-ü yudumlarken  aklıma geliyor yaşadıklarım...

Bir yağmur faslındayım yine... Melekler selam verirken yeryüzüne, huzur düşüyor damla damla yüreğime... Ve ben o an anlıyorum;
Her ne kadar acılar yağmur olup sağnak sağnak yağsada, bizi bekleyen bir gök kuşağı var o yağmurun ardında...


Emine KUREN

(Gerçek yaşam öyküsü)

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...


SESSİZ ÇIĞLIĞIM OLUR MUSUN?

"Kadına Şiddet" konusu çoğu zaman Türkiye gündeminin ilk sıralarında yer alsada önlenemeyen, çözümlenemeyen muamma bir konu olmuştur. Kent Konseyi Kadın Meclisi Başkanlığı yaptığım 2016 yılı çalışma dönemi içerisinde Özgecan'la tekrar gündeme gelen konuyla ilgili "Sessiz Çığlığım Olur Musun?" projesini kaleme aldım. Projeyi kaleme almaktaki amacım; ölüm yıldönümünde Özgecan'ı anıp, bir çok medeniyete ev sahipliği yapmış Tarsus'un üzerine yapışan kara lekeyi temizleyerek, kültürel, tarihi ve coğrafi özelliklerini gündeme taşıyıp sesini dünyaya duyurmak, kadına şiddet konusuna dikkatleri çekerek şiddet gören kadınlar başta olmak üzere tüm kadınların sesi olmaktı.


Projenin tamamını uygulamaya koyamasakta proje kapsamında organize ettiğimiz programlar büyük beğeni aldı. Bu programların organizesinde emeği geçen dönemin kadın meclisi üyelerine,  destek veren Tarsus Belediye Başkanımız Şevket Can'a ve Tarsus Müftümüz Hayri Erenay'a kalbi duygularımla teşekkürlerimi sunuyorum.


Geçtiğimiz günlerde arşivimi karırşıtırken gözüme ilişen projeyi incelediğimde tekrar kaleme alarak içeriğini genişletmenin doğru olacağını gördüm. Bununla ilgili çalışmaları yapmaya başladım. Projedeki hedeflerimden bir tanesi Türkiyede bir tek şiddet gören kadın olmadığının vurgusunu yapmaktı. Türkiye'deki kadın profillerini incelediğimizde inancıyla, siyasi görüşüyle, çalışanıyla, ev hanımıyla, şehirlisiyle, köylüsüyle farklı kadın profillerini görmekteyiz. Bu profilleri en ince ayrıntısına kadar inceleyip bilir kişilerle fikir alışverişinde bulunduktan sonra projeyle ilgili çalışmamın ilk basamağının startını vereceğim.


Şu konuların altını çizmeden geçemeyeceğim; şiddet gören kadınlar olduğu gibi şiddet gören erkekler de var. Erkeğin kadına şiddeti olduğu gibi kadının erkeğe şiddeti de var. Kadının kadına şiddeti olduğu gibi güçlünün zayıfa şiddeti de var. Türkiyede her ne kadar şiddet görenler olsa da bunun yanında mutluluktan kanatlanıp uçanlarda var. Her şeyden öte tarihi, coğrafyası, kültürü ve insanıyla yaşanmaya değer bir memleketimiz var. Şarkıda da geçtiği üzere;


Havasına, suyuna, taşına, toprağına,

Bin can feda, bir tek dostuma.

Her köşesi cennetim, ezilir yanar içim

Bir başkadır benim memleketim.

Anadolum bir yanda, yiğit yaşar koynunda,

Aşıklar destan yazar dağlarda.

Kuzusuna, kurduna, Yunus'una, Emrah'a,

Bütün alem kurban benim yurduma.

Mecnun'a, Leyla'sına, erişilmez sırrına,

Sen dost ararsan koş Mevlana'ya.

Yeniden doğdum dersin, derya olur gidersin,

Bir başkadır benim memleketim.

Gözü pek, yanık bağrı, türkü söyler çobanı,

Zengin-fakir hepsi de sevdalı.

Ben gönlümü eylerim, gerisi Allah kerim,

Bir başkadır benim memleketim.


Emine Kuren ile Gül Name'de Türkiye'nin, Tarsus'un ve tüm insanlığın acısıyla, tatlısıyla, hüznü ve mutluluğuyla sesi olmak adına köşemizde yer almasını istediğiniz konularıda sırasıyla kaleme alacağımı bilmenizi istiyorum. Projeme ve bu yazıma ilham olan Özgecan'ı ölüm yıldönümünde rahmetle anıyorum. Bu duygu ve düşüncelerle bir sonraki yazımızda görüşmek üzere... Gül Name'de Kalın...


Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...


HAYATIN KÂŞİFİ

Her ne kadar acı versede sevdiklerinizin vefatı hayatın en kaçınılmazıdır. Daha dünyaya gözlerini açmadan kaybettiğim evladım ve 4,5 yıl süren evliliğimin ardından kaybettiğim eşim aklıma geldikçe bu kaçınılmaz gerçeğin yaşattığı acının yanında kazandırdığı hayat tecrübelerini görüyorum.

Toplumumuzun genel yapısında bulunan ve hayatı çekinilmez yapan bir haslettir hasta ziyaretine gidince moral vermek yerine hastayı bunalıma sokmak ve cenazeye gidince de teselli vermek yerine acıyı körükleyecek sözler söylemek, davranışlar sergilemek. Çocuğumu kucağıma alamadan anne karnında kaybettim. Bu kaybetme sürecinin bir bölümünü hastanede geçirdim. Geçmiş olsuna gelenlerin bazıları "vah, tüh, bir daha çocuğun olmaz..." gibi sözlerle bana adeta karabasan olmuşlardı. Eşimi kaybettiğimde de başsağlığına gelenlerin bir kısmı "yazık, daha çok gençsin, sakın bir daha evlenme o da ölür, dul kadınsın sakın sokağa çıkma,  şunu deme, bunu yapma..." gibi sözlerle ve davranışlarla kâbusum olmuşlardı. Bir gün ziyaretime gelen bir büyüğümle yaşadıklarımı paylaştım. Bana öyle güzel bir hayat dersi vermişti ki... Konuşmasının sonun da; "başkaları ne der diye yaşamak hayatı zehir eder. Allah ne der diye yaşamak ise dünya-ahiret mutluluğuna ulaştırır..." dedi. Hayatımın dönüm noktası olan bu sözü o günden sonra bir hayat düsturu olarak yaşamaya başladım.

Evet düsturumuz "Allah ne der?" olursa gerçek anlamda başarılı ve mutlu oluruz. Bizlere dünyada da ahirette de nimetlerin en güzellerini sunan Allah hiçbir kulunun eziyet çekmesini istemez. Rad Suresi 11. ayetinde de geçtiği üzere kişi kendi elleriyle oluşturur toplumun ve kendinin gidişatını. İşte bu sebeple Rad Suresi 11. ayetinin ışığında zihnimizi, fikrimizi, algımızı, düşüncelerimizi, sözlerimizi ve davranışlarımızı törpülemeliyiz ki dünya hayatındaki gidişatımız doğru olsun.

Yüce Allah'ın verdiğinde de aldığında da çok büyük hikmetler vardır. Benim hakkımda hayır murad etmiş olacak ki sevdiklerimi alarak beni imtihan etti. Kaybettiklerimin yanında kazanımlarım da oldu. 1.5 yaşında yetim kalan bir tanecik kızımı teselli olarak bana sundu. Tüm bunların bana kazandırdıkları ise nerde ne yapması gerektiğini bilen, düşünebilen, kararlı, dik duruşu ve onuruyla yaşayan, tüm zorluklara rağmen mücadele eden, her şeyden öte insan kalmayı başarabilen bir karekter oldu. Endiğim düsturla ve hayat tecrübeleri ile insanları tanıdım.

Ve öğrendim ki; insanları tanıdıkça hayatı keşfedersin, mutluluğun sırrına erersin. Belki bazen acı verir en güvendiğin insanların gerçek yüzünü görmek. Yüreğinin sızlanışına tercüman olur o an gözyaşların. Böyle anlarda derin bir nefes alıp bu insanların gelmişini geçmişini sabrın tahammül kollarına at gitsin. Ve tüm yaşadıklarını tecrübe defterine not al ki bu hayat yolculuğun da ilerlerken aldığın notlar her okuduğunda yol aydınlığın olsun. İşte tüm bu yaşadıklarınla hayatın kâşifi ve mutlu olursun.  Vesselam...

Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

KIRMIZI KURDELE


Karneyi elime alınca okulla ev arasındaki yolu uçarcasına adımlardım. Eve varıncaya kadar karşılaştığım herkes "hayırlı olsun, bir sonraki karnen daha iyi olsun, teşekkürün-takdirin bol olsun, iyi bir meslek sahibi olasın" şeklinde dualar ederler, temennilerde bulunurlardı. Bu dualar ve temenniler karne heyecanımı, mutluluğumu ikiye katlardı. Tüm duygularımı ikiye katlayarak, elimdeki karnemi bir gazete satıcısı edasıyla elimde sallayarak, "yazıyor karnemde notlarım yazıyor" diyerek Şehriban Hala'nın evine koşardım.

Şehriban Hala geçimini terzilikle sağlayan, kazancının büyük bir bölümünü ve ömrünü öğrencilere vakfetmiş, küçücük yüreğinde kocaman duygular yaşayan biriydi. Tüm mahallemizi ve hatta tüm Tarsus'u kuşatan sevgisi insanlarla arasında güçlü bir bağ oluşturduğu için herkes O'na Şehriban Hala derdi.

Şehriban Hala her karne günü öncesi hummalı bir çalışma yapardı. Karnesini alan tüm öğrencilerin ilk durağı Şehriban Hala'nın evi olurdu. Evin bahçesine kurulmuş yemek kazanları, piknik havasında hazırlanmış yer sofraları, bir emek süslenmiş hediyeler, yaş grubuna göre destelenmiş harçlıklar, hem derslerinde hem de sosyal yaşamda başarılı olan öğrenciler için hazırladığı boncukları ışıldayan kırmızı kurdeleler, her şeyden öte tatlı dili, güler yüzü ve sıcacık sevgisi evinin ilk durak olmasının sebebiydi.

Bizleri evinin kapısında gül suyuyla karşılayan Şehriban Hala elini öpünce saçlarımızı okşar, biraz hasbihal ederdi. Karne notlarımıza ve yaş grubumuza göre hediyelerimizi, harçlıklarımızı verir sonrada hepimizi bir emek hazırladığı sofralara oturturdu. Tüm öğrenciler sofraya oturunca birkaç adap kuralından bahsederek afiyet olsun derdi. Yemeklerimiz bitince sofra duası ettirir, ellerimizi yıkattıktan sonrada zamanın en güzel şarkılarını bizlere dinlettirirdi. Bazen oynayarak bazen de söyleyerek bu şarkılara eşlik ederdik.

Beni en çok mutlu eden sol yanıma tam kalbimin üzerine taktığı kırmızı kurdele olurdu. Çünkü bunun manevi değeri çok büyüktü, derin manalar ifade etmekteydi. Bu kurdeleyi hak etmek için hem derslerin çok iyi olacaktı hem de sosyal yaşamda örnek bir insan olacaktın. Bu sebeple derslerime çok çalışır, örnek bir insan olmak adına mücadele ederdim. Benim gibi birçok arkadaşım da bu konuda mücadele ederdi. Örnek olmak adına neler yapmazdık ki; mahallemizde yaşayan yaşlılara yardım eder, sokak hayvanlarına yemek ve su verirdik. Sokak aralarında oyunlarımızı oynarken gürültü yapmamaya özen gösterir akşam olmadan evlerimize geçerdik. Büyüklerimize saygıda küçüklerimize sevgide kusur etmezdik. Paylaşmayı, yardımlaşmayı ve dayanışmayı şiar edinerek, komşuluk ve kardeşlik hukukunu yaşayarak öğrenirdik, örnek olmaya çalışırdık. Öğrencilik hayatım boyunca tüm bunların nişanesi kırmızı kurdeleyi almanın mücadelesinde oldum. Verdiğim bu mücadelenin ektiği tohumlar filizlenip kök salarken ömrüme, verdiği meyveleri toplamaktayım bir bir şimdilerde...

Çağımızın hiçbir teknolojik aletine ve dünyadaki hiçbir ödüle değişmeyeceğim, uğrunda mücadele verdiğim, çocukluğumun unutulmaz anısı kırmızı kurdeleyi elime alınca, aklıma yaşadığım mutluluklar, kazandığım sosyal sorumluluklar geliyor ve derin düşüncelere dalıyorum. Zamanla her şey nasıl da değişti... Çocukluğumuz, insanlığımız, beklentilerimiz... Dejenere olmuş çocukluğu, insanlığı ve beklentileri gördükçe yürekten bir ah çekip gözyaşı döküyorum. Yaşadığım çocukluğa binlerce şükrediyorum... Vesselam...

Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

KADINLARDAN GELEN YOĞUN İSTEK ÜZERİNE



Evet o kadar çok istek geldi ki konuyla ilgili... Bana da tüm kadınların duygularına tercüman olmak düştü. Yıllardır yapmış olduğumuz çalışmalarda, konferanslarda, seminerlerde, radyo programlarında, toplantılarda hep gündeme gelen bir konu oldu. Ve belirli zaman aralıklarında dile getirmenin doğruluğuna inandım.


Kadın, sosyal yaşamın vazgeçilmezidir. Sadece biyolojik bir varlık değil merhameti, sevgisi, şefkati, tahammülü ve sabrı ile manevi neferidir toplumun. Rabbimizin ayetleriyle yüceltilen, Peygamber Efendimizin övgüsüne mazhar olan, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e kahramanlık duygusunu yaşatan kadın, başlı başına bir okuldur. Milletin bekâsı bu okulun eğitimiyle mümkündür. Böylesi büyük bir öneme haiz kadının toplum içinde yaşadığı birçok sıkıntıya şahit olduk yıllarca. Şimdi bu sıkıntılardan iki tanesini gücüm yettiğince kısaca dile getirmek istiyorum.


Kadın sosyal medya da bir erkeğin paylaşımını beğendiğinde ya da bir erkeğin paylaşımına yorum yaptığında o erkeği beğeniyor yakıştırması yapılır hemen. Yolda giderken bir erkeğe selam verdiğinde ya da tanıdığı bir erkeğin iş yerini ziyaret ettiğinde o erkekle aralarında bir şey olduğu söyleminde bulunulur düşüncesizce. Giyimiyle, konuşmasıyla, davranışıyla toplumun ön yargısının kurbanı olmuştur bazı zamanlarda canice. Yargısız infazın cellat beyinlilerini kadınlar olarak esefle kınıyoruz. Ve şunu hatırlatmak istiyoruz; Toplumların ve milletlerin varlık sebebi kadının maruz kaldığı bu ve benzeri psikolojik şiddetler kadından ziyade kadının yaşadığı topluma ve millete yapılan büyük bir yıkımdır. Bu yıkımın ardındaki moloz olmamak adına kadına hak ettiği değeri vermek gerekir.


KAÇAK HAYATIN GÖÇEK İNSANLARINI YÜCE YARGIYA ŞİKAYET EDİYORUZ...


Neredeyse herkesin bir sosyal medya hesabı var. İyi yönde kullanıldığında hayatı kolaylaştıran sosyal medya ne yazık ki kötü kullanımından dolayı asrın bağımlılık hastalığı oldu. Bu hastalığın pençesinde kıvranan bazı insanlar etkili tedavi yöntemlerini kabul etmedikleri için hem kendilerine hem de topluma zarar verir hale geldi. Göçek gibi oynak şahsiyetli bu insanlar en büyük zararı ise çakma hesaplar üzerinden   vermektedirler. Çakma hesaplar üzerinden karşı cinsi cinsel içerikli mesajlarla taciz ederek kendini tatmin etmeye çalışan bu insanlar kaçak hayatın girdabında göçek şahsiyetiyle yok olmaya mahkûmdurlar. Bu insanları Allah'ın yüce yargısına şikayet ediyoruz. Vesselâm...


Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

TUTKUNUN VE ÖZLEMİN ARASINDA BİR HAYAT

Soğuk kış gecelerinde evinde sobanın başında oturmayı, sıcacık bir fincan çay içmeyi, yazın bunaltıcı sıcağında ağaçların serinliğinde piknik yapmayı, ailesiyle ve dostlarıyla doyasıya hasbihal etmeyi o kadar çok özlemişti ki... Ancak tutkusu onu bu özlemlerinden hep uzak tuttu. Özlemleri ve tutkusu arasında kalmanın zorluğuna dair destanlaşmış hikayeleri geleceğine dair yol aydınlığı oldu.

Her telefon çalışı onun için yeni bir macera, yeni bir hayat demekti. Yine birgün telefon sesiyle irkildi. Gelen bilgi doğrultusunda masasından kalkıp tutkusunun şahidi fotoğraf makinasını alarak ürkek, ihtiyatlı ve heyecanlı adımlarla ofisinin kapısından çıktı. Kalp atışlarının sesinde, bilinmezlerin ötesinde, alnından akan ter damla damla tutkusuna süzülürken yolları adımladı.

Yaşadığı şehrin otoban girişinde bir trafik kazasını haber yapmak adına yola düşmüştü bu kez... Olay mahaline gelince kendisini büyük bir hengamenin içinde buldu. Ambulanslardan ve polis arabalarından yükselen acı siren sesleri, yaralılara müdahale eden ilk yardım ekipleri, feryad eden insanlar,  ortalığı yatıştırmaya çalışan polisler,  acı içindeki yaralılar ve üzerleri gazete ile örtülmüş ölüler bu hengamenin bir parçasıydı. Kaza ile ilgili bilgi edinmek adına gözüne kestirdiği bir polis memurunun yanına gitti. Tırla çarpışan yolcu otobüsü şaranpole yuvarlanmış otobüsteki yolcular etrafa savrulmuştu. Yirmi bir yolcu ölmüş on iki yolcu da ağır yaralanmıştı. Polis memurundan olayla ilgili bilgileri dinlerken birkaç kare fotoğraf çekmek istedi. Gözünü fotoğraf makinasının merceğine yaklaştırdı çekim için ayarlamalarını yaparken bir ölünün üzerinde serili, gecesini gündüzüne katarak çalıştığı, kana boyanmış gazeteyi fark etti. Yakın çekim yapmak adına ölünün yanına gittiğinde rüzgarın esintisiyle uçuşan gazeteyi tutmak için bir hamle yaptı. O an ölünün yerde serili upuzun saçlarına dikkat kesildi. Birkaç dakika boş gözlerle yüzüne baktı.

Fotoğraf makinası elinden düştü. Sonra dizlerinin üzerine çöktü. Saçlarını okşadı. Hıçkırıklarla bağırarak üzerine kapandı. Kimse ne olduğunu anlamamıştı.

Mesleğinde bir duayendi. İki erkek evladından sonra dünyaya gelen kızı sınıf öğretmenliği ikinci sınıf öğrencisiydi. Babası için düzenlediği doğum günü süprizini gerçekleştirmek adına okuldan birkaç günlüğüne izin almıştı. Doğum günü hediyesi olarak da babasının yirmibeş yıl boyunca yazılarının çıktığı gazetelerden ve çektiği fotoğraflarından oluşan bir sergi düzenlemişti. Büyük bir heyecanla ailesinden habersiz yola çıkmıştı. Ancak geçirdiği trafik kazasıyla babası için düzenlediği doğum günü süprizini gerçekleştiremeden sonsuzluklar alemine göç etmişti. Geriye babası ve ailesi için dayanılmaz bir acı bırakmıştı.

Hayatının dayanılması güç ve bir o kadar da acı anısını yaşamıştı. Kızının üzerine elleriyle toprak atarken toprağı sulayan gözyaşlarında filizlenecek tecrübeleri insanlığa en büyük hediyesi olacaktı.

Tutkusu ve özlemleri arasında nice acıları, nice çileleri göğüsleyerek vatanın ve millettin bütünlüğünün korunmasında büyük emeği olan, objektif kimliğiyle, tarafsızlık ilkesiyle, gece-gündüz, sıcak-soğuk demeden özveriyle çalışan fedakâr, cefakâr tüm gazetecilerimizi minnetle anıyorum.


Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

ÇAT KAPI


Annem çalışan ve aynı zamanda çok sosyal bir kadındı. Onun günü sabah namazıyla başlardı. Sabah namazının ardından yemekten temizliğe tüm ev işlerini yapar, sonrasında da çocukları ve eşi uyanmadan kahvaltı masasını hazırlardı. Hepimizi bir beyit, bir mani, bir şiir ya da bir türküyle uyandırırdı. Çocuklarını okula eşini de iş yerine duayla uğurladıktan sonra atölyesine işinin başına geçerdi. Annem zamanının en iyi terzisiydi. Tasarladığı modeller, çalıştırdığı ve yetiştirdiği elemanlar yaşadığı topluma en büyük mirastır.


Bazı zamanlar iş yorgunluğunu atmak, bizlerle vakit geçirmek ve her şeyden öte sevdiklerini ziyaret etmek adına elimizden tutarak çat kapı yapardı. Ziyaret amaçlı çat kapı yapacağımız evin önüne geldiğimizde varsa kapı zilini çalar yoksa kapı tokmağı ile üç kez kapıya vururdu. Ev sahibi kapıyı açınca, annem "Müsait misiniz?" diye sorardı. Eğer müsait  değillerse nazikçe müsait olmadıklarını, başka bir zaman diliminde mutlaka beklediklerini söyler, hatta bazı zamanlarda 'falanca gün, şu saatte buyrun gelin' derdi. Şayet müsaitlerse büyük bir memnuniyetle içeriye davet ederdi. Haberleşme araçlarının pek olmadığı o dönemlerde yapılan bu çat kapıdaki samimiyeti, dostluğu, sevgiyi ve mutluluğu anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalır.


Zamanın şartlarında yapılan çat kapıdaki o anları çok özledik. Ev sahibi müsait olmasada kapı eşiğinde edilen hasbihal, müsaitse eğer birlikte geçirilen zaman ne kadar güzel ve de özeldi. Bazen kapının eşiğinde birlikte acılarımızı göğüslerdik göz yaşlarıyla, bazen de mutluluğumuzu paylaşırdık kahkaha sesleriyle. Kapının eşiğini adımlayıp içeriye girerken sevginin sıcaklığı sarardı tüm bedenimizi. Böyle anlarda ev sahibi olmakta, misafir olmakta ayrı bir güzel olurdu, huzur verirdi. Misafir geldikçe bereketleşen sofra bu güzelliğin, bu huzurun en büyük şahidiydi.


Teknolojinin en son yeniliklerinin bulunduğu günümüzde neredeyse herkesin bir cep telefonu var. İnsanlar zamanının büyük bir bölümünü cep telefonlarıyla dolayısıyla internette geçiriyorlar. Hal böyle olunca sosyal ilişkiler de dejenere olmuş durumda. Misafirlik, ev sahipliği kısaca ev gezmeleri rafa kaldırılmış durumda. Aynı ailede yaşayan bireyler dahi birbirinden kopuk bir hayat yaşıyorlar. Oysa elzem olan çağın getirdiklerini doğru kullanmaktır. Doğru kullandığımız sürece özlemle yad ettiğimiz, kapı eşiğinde bıraktığımız dostluklar yeniden filizlenecektir.


Radyo programım "Gül Name" dinleyicilerinden yaşlı bir teyzem iyi bir radyo dinleyicisiydi. En büyük hayali beni görmekti. Birgün radyodaki arkadaşlarla sürpriz bir ziyaret düzenleyip teyzemize çat kapı yaptık. Kapıda beni görünce o kadar çok şaşırmış ve de mutlu olmuştu ki... Sevinç çığlıkları hala kulaklarımda yankılanıyor. Dört evladı olmasına rağmen yalnızdı ve eşi de yıllar önce ölmüştü. Teyzemizi bu çat kapıdan sonra sık sık ziyaret ettim, telefonla aradım. Ancak bir ara çok yoğun bir çalışma tempom oldu. Bu süre zarfında ziyaret edemedim, arayamadım. Birgün sabah saatlerinde bir arkadaşım telefonla beni arayarak teyzemizin vefat ettiğini söyledi. Tüm işlerimi bırakıp teyzemizin evine koştum. Cenaze henüz evdeydi. Vefat ettiği odaya girdiğimde hayatımın en büyük dersini almıştım. Bir hafta önce ölmüştü. Komşuları evden gelen koku üzerine polisi aradıklarında vefat ettiği ortaya çıkmıştı. Evladı olup yalnız olmak ne acı... Komşuları, arkadaşları olup kimsenin ziyaret etmemesi ne acı... Yaşadığım bu olayla kaybetmeden kıymet bilmenin önemini anladım.


Sizlerden zamanınızı, dostluklarınızı, sağlığınızı cep telefonlarına, internete kurban etmemenizi, tüm bu değerlerin kıymetini kaybetmeden bilip haftada en azından bir ziyaret gerçekleştirmeyi düstur edinmenizi rica ediyorum. Yazımızın sonuna geldiğimiz şu dakikalarda bu yazının son paragrafı niteliğinde olacak, sizleri ve beni sevginin, muhabbetin manevi ikliminde yolculuğa çıkaracak bir çat kapı yapalım mı? Ben bu duygularla şimdi yan komşuma geçiyorum. Tekrar görüşmek üzere... Hoşçakalın...


Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...