18 Ekim 2017 Çarşamba

BİR GÜL DESEM

                    
            Bildiğim tek şey ne yaşarsa yaşasın güldüğüydü. Bir defasında yolda giderken yol bakım çalışmalarından dolayı açılan çukuru görmeyerek içine düşmüş, çevredekiler onu çukur içinde attığı kahkahalarla duymuş ve çıkarmışlardı. Bu düşme sonucunda bir ayağı kırılmıştı. Geçmiş olsuna gidenlere “Kaportamı yeniliyorum. Model değişikliği yapacağım.” diyerek her zamanki gibi gülmüştü. Enteresan yaşantısıyla komşularının, arkadaşlarının, akrabalarının “gülen gözlü” diye hitap ettikleri Gül acaba adının mahiyetini mi yaşıyordu?

            Gül’ü tanıdığımda henüz altı yaşımdaydım. Mahallemize yeni evlilik yapmış genç bir kadın olarak taşınmıştı. Gülüşü kadar güzelliği ile de dikkat çekiyordu. Gözlerine sürdüğü sürme gözlerini daha da irileştiriyordu. Beni nerede görürse görsün insanı cezbeden iri gözleriyle gözlerimin içine bakar, saçlarımı okşayarak havalara kaldırır, sonrada yere yatırıp bir güzel gıdıklardı. Tüm bunları yaparken attığı kahkahalar mahallemizde yankılanırdı.

            Aynı mahallede uzun yıllar birlikte yaşadığımız Gül çocuğu olmadığı için kendini çevresindeki çocuklara adamış, kimini okutmuş, kimini iş sahibi yapmış, kimini de evlendirmişti. Annem çalışan bir kadın olduğu için benim de günümün büyük bir bölümü onunla geçmişti. Kocasını erken yaşta kaybeden, kocasından kalan iş yerini büyük bir özveriyle işleten Gül beni tatillerde yanında çalıştırmıştı.

            Bir yaz tatili sabahı göğüsümde büyük bir ağrı ile uyandım. Annem vardiyalı çalıştığı için sabah namazından sonra iş yerine gitmiş babam da bir firmanın şoförü olduğundan dolayı şehir dışına çıkmıştı. Ağrının etkisiyle ağlayarak sabahın ilk ışıklarıyla iş yerini açan Gül’ün yanına koştum. Gül, beni önce sakinleştirmeye çalıştırıp kahvaltı yaptırdı sonra da en yakın hastaneye götürdü. Doktor muayene etti ve muayene sırasında göğüsümde bir kitleye rastladıklarını söyledi. Doktorun yaptığı bu açıklamayla Gül’ün boynuna sarıldım “Şimdi ne olacak?” dedim. Sakinliği ve gülen gözleriyle saçımı okşayarak “Hayat ile futbol oynayacaksın. Dikkat et gol atan hep sen olmalısın.” dedi.

            Ailemin tek çocuğu ve on beş yaşımda olmamdan dolayı anne ve babam hastalığım karşısında yıkıldılar. Onları üzgün görmek beni daha da üzüyordu. Doktorların yaptıkları bir takım tetkiklerden sonra sol göğüsümde bulunan kitleden dolayı ameliyat olmam kararlaştırıldı. Zorlu bir süreçten sonra sol göğsüm alındı. On beş yaşımda karşılaştığım meme kanseri nedeniyle gördüğüm kemoterapiden sonra saçlarım, kirpiklerim, kaşlarım döküldü. Hastalığım boyunca hep yanımda olan ve gülmem için elinden geleni yapan Gül’de bana moral olması için saçlarını, kipriklerini, kaşlarını kazıtmıştı. Mahallemizde bulunan kuaförden getirdiği peruklarla matrak saç şekilleri yapıp, makyaj malzemeleri ile yüzümüzü şekilden şekile sokardı. Ezan okunduğu vakitte seccadeyi serer “Şimdi Rabbimiz ile konuşma zamanı.” derdi. İmtihanlarla dolu dünya hayatında mutlu olabileceğimiz güzellikleri görmemi sağlayarak bana şükretmeyi öğretmişti.

            Hastalığımla mücadele ettiğim süre boyunca hep yanımda olan Gül ile en çok da yürüş yapmayı seviyordum. Yürüyüş yaparken onunla sohbet etmek bana huzur veriyordu. Kahkahaları ile mutlu olduğum Gül’den öğrendiğim en büyük yaşam tecrübesi de engeller ve imtihanlar karşısında dik duruş sergileyerek gülmekti... Zira bir olumsuzluğu ortadan kaldırmanın en etkili silahıydı bu yaşam tecrübesi…

      Anne ve babam bana daha iyi bakmak adına işten çıkmışlardı. Bu en zor zamada Gül yine yanımızda bulunmuş anne ve babamı yanında çalışıyor gösterip sigortalamıştı. Dikkatimi çeken ise Onun yaptığı tüm fedakarlıkların karşılığında iş yerinin bereketlenmesiydi. Küçük bir simit fırını iken zamanla iki katlı pastaneye dönüşmüştü. Bu pastanede vakit geçirmek çok hoşuma gidiyordu. Özellikle pastanenin penceresinden dışarıyı seyretmek büyük keyif veriyordu.

          Birgün pastanede kahvemi yudumlarken bir bey yanıma yaklaşıp selam verdi. Daha sonra müsaade isteyip masama oturdu. O kadar çok utanmıştım ki... Bana karşıdan kaş göz hareketi yapan Gül; kırmızı bir domatese dönüştüğümü söyleyip dakikalarca gülmüştü. Ali Bey mahallemizdeki okula öğretmen olarak atanmış, sokaktan gelip geçerken beni görmüş ve tanışmak istemişti. Malum beş yıldır devam eden tedavim boyunca yaşım yirmi olmuştu. Artık tam bir genç kızdım. Tek farkım hastalığımdı.

         Zaman içinde Ali Bey ile pastanede belirli zaman aralıklarında görüşmeye başladık. Ona karşı bir şeyler hissettiğimi dizlerimin birbirine vurduğunu, ellerimin titrediğini, kalbimin yerinden fırlayacak gibi çarptığını fark ettiğim an anladım. Ancak duygularımı hastalığımdan dolayı bir türlü dile getiremedim.

          Çok farklı duygular beslediğim Ali Bey bir süre sonra bana karşı hissettiği duyguları dile getirdi. O an ne diyeceğimi şaşırdım. Bu şaşkınlıkla ağlamaya başladım. Ağladığımı gören Gül oturduğumuz masaya yaklaştı ve "Ne olursa olsun hep güleceksin unutma." dedi. Daha sonra yanımıza oturarak hastalığımdan ve geçirdiğim süreçten bahsetti. Gül'ü sessizce dinleyen Ali Bey hayatım boyunca kulaklarımda yankılanan cümleyi söyledi. "Yüz yıl da olsa seni bekleyeceğim..." Bu söz hayata bir kez daha tutunma sebebim olmuştu.

        Ali Bey her şeyi göze alarak benimle nişanlanmıştı. Nişandan sonra iki yıl daha tedavim sürmüştü. Toplamda yedi yıl süren tedavimin ardından Gül'ün ifadesiyle hayata gol atıp maçın galibi olmuştum. Yedi yıl boyunca hep yanımda olan annem, babam, Gül ve tedavimin son iki yılında tüm varlığını hissettiren nişanlım Ali ile yepyeni umutlara yelken açmıştım.

           Düğün tarihimizi özellikle meme kanseri farkındalık ayı olan Ekim ayına denk getirerek düğünümüze meme kanseri ile mücadele eden tüm hastaları davet etmiştik. Görkemli bir düğünle meme kanserine dikkatleri çekerek erken tanının önemini haykırmıştık tüm dünyaya... En güzel düğün hediyesini de Gül'den almıştık. Gül pastanesini düğün hediyesi olarak bana hediye etmişti. Bu hediye mutluluğumuzu ikiye katlamıştı.

         Düğünümüzden yaklaşık olarak dokuz ay sonra Gül trafik kazası geçirdi. Kaza haberini alır almaz hastaneye koştuk. Yoğun bakım servisine almışlardı. Kimseyi içeriye almıyorlardı. Üç gün yoğun bakımda kalan Gül bir ara kendine gelince beni görmek istediğini söylemiş. Doktor gözetiminde yoğun bakıma girdim. Gül'ü makinalara bağlı görmek beni üzmüştü. Gözyaşlarıyla Gül'ün elinden tutup gözlerine baktım. Bir ara gözlerini aralayan Gül ile göz göze gelince titrek bir ses ile  "Göz yaşlarını sil." dedi. Ve yine titrek bir ses ile " Bir gül desem güler misin?" dedi. Ben de onun bu söylemi karşısında göz yaşlarımı elimin tersiyle silip tebessüm ettim. Gül yorgun ve bitkin ses tonuyla "Bu şekilde değil, benim gibi gül." dedi. Bende ellerinden sımsıkı tutup Onun gibi kahkaha attım. Ben kahkaha atınca tebessüm eden Gül "Hasta değil eceli gelen ölür bunu asla unutma şampiyon " deyip şehadet kelimesi getirerek yüzündeki tebessüm ile son nefesini verdi.

Emine KUREN


Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder