11 Temmuz 2017 Salı

KAYANIN DİBİNDEN DOĞAN GÜNEŞ

Yaptığı erken evlilik ve ardı ardına dünyaya gelen dört erkek evladıyla köyünde verdiği mücadele dillere destandı. Kimine abla, kimine sırdaş, kimine dost, kimine de yoldaştı. Bazen sofrasındaki bir kuru ekmekle bazen de bir tas çorbayı paylaşınca mutlu olurdu. Başkalarının derdiyle dertlenip çözüm bulmak için hüzün ve gözyaşıyla çırpınırdı.


Ardı ardına olan dört evladını kısa aralıklarla evlendirmişti. Bu evliliklerden altı tane torunu olmuştu. Kendilerine ait bir arsada her bir evladına ayrı ayrı tahsis ettiği küçük kulübelerde çocukları, gelinleri ve torunlarıyla huzur içinde yaşıyorlardı. Eşi, çocukları ve gelinleri köy ağasının tarlalarında ırgat olarak çalışıyorlardı. Kendisi de köy ağasının çiftliğinde aşçılık yapıyordu.


Bir sabah mide bulantısıyla uyandı. Koşarak lavaboya gitti. Mide bulansı ve baş dönmesi yaşayınca telaşlandı. Kimse görmeden şehre gidip hamilelik testi aldı. Eve gelip bu testi yaptığında hamile olduğunu gördü ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Çünki o torun sahibi biriydi. Bu düşünceyle o kadar çok utanmıştı ki... Bu utançla hamile olduğunu kimseye söylemedi.


Kilolu birisi olunca aylarca kimse onun hamile olduğunu anlamadı. Bir sabah sancıyla uyandı. O kadar telaşlanmıştı ki eşine ve çocuklarına işe gidemeyeceğini acilen şehre gitmesi gerektiğini söyledi. Büyük bir hızla ve telaşla evden çıktı. Köy dolmuşuna bindi. Belirli bir noktaya geldiğinde dolmuştan indi ve dağa doğru yürümeye başladı. Yürürken sancısı arttı. Tüm doğum belirtileri gerçekleşirken eşine, çocuklarına, torunlarına ne diyeceğinin hüznüne kapıldı. Torunları olan birisinin nasıl olurda bebeği olur utancı yaşadığı için bebeğini dağda doğurup bir kayanın dibinde bırakma kararı aldı.


Dağda gördüğü büyük bir kayanın dibine oturup artan en son sancı ile birlikte bebeğini dünyaya getirdi. Köyün ebesinden edindiği tecrübe ile bebek doğduktan sonra yapılması gerekenleri gözyaşı ve acıyla yaptı. Bebeğini bağrına bastı, öptü ve kokladı.  Uzun uzun emzirdi. Sonra bebeğini bir kundağa sarıp okuduğu ağıt ve ettiği dualarla kayanın dibine bıraktı.


Masum bakışlı bebem ninen sanma ben ananım...
Senin hasretinden şimdiden yandı sol yanım...
Bebe kokuna doyamadım....
Oy dağlar ben nidem, durmaz akar göz yaşlarım...


Canından bir parçayı dağda bırakmış olmanın dayanılmaz acısıyla köye doğru yürümeye başladı. Köye yaklaşırken köyün girişinde yaşanan kargaşayı fark etti. Kargaşadan yükselen çığlıklarla ürperdi. Kargaşanın olduğu yere doğru koşmaya başladı. Olay yerine geldiğinde bir traktörün devrildiğini ve üzeri kapalı cesetleri gördü. Orada bulunanların kendisini gördüğünde susmalarına ve kendisine boş gözlerle bakmalarına bir anlam veremedi. Olay mahalini, devrilen traktörü ve üzeri örtülü cesetleri süzdü. Üzeri örtülü cesetlerden birinin dışardaki elinin yanında duran yün bebeği fark etti. Bu bebek torunu için işlediği bebekti. Koşarak cesedin yanına gitti. İşlediği bebeği eline aldı. Sonra cesedin dışardaki eline baktı. Bu elin sahibi torunundan başkası değildi. Feryat ederek cesedin üzerini açtı ve yüzünü öptü. Yine feryat ederek ve koşarak diğer cesetlerin üzerini açtı. Üzerlerine kapanarak ve ondan ona koşarak döktüğü gözyaşları ve feryad-ı figanı yürekleri dağladı.


Kendisi dağda iken eşi, çocukları, gelinleri ve torunları köy ağasının traktörüyle çiftliğe giderken traktör şarampole yuvarlanmış traktörü kullanan şoförle birlikte traktörün kasasında bulunanların hepsi ters dönen kasanın altında can vermişti.


Yaşadığı bu büyük acıyla tüm ailesini toprağa emanet ederken aklına dağda bıraktığı bebeği geldi. Benim dağda bir bebeğim var diye bağırmaya başladı. Herkes üzüntüden aklını yitirdiğini sandı. Köy muhtarı onun gözyaşlarına ve feryadına dayanamadı. Cenazelerin defin işlemlerinden sonra teselli olması için birkaç kişiyle birlikte atlara binerek O'nun bahsettiği kayanın dibine geldiler. Gördükleri manzara karşısında şaşkına döndüler. Güneşten yüzünün bir tarafı kızarmış bebeği alarak köye geldiler.


Kaya ismini verdiği bu bebek hayatının geri kalan kısmında en büyük tesellisi oldu. Kaya kendisini büyük emeklerle büyüten annesine lâyık bir evlat olmak adına mücadele verdi. Veterinerlik Fakültesi'ni büyük bir başarı ile bitirdikten sonra yine verdiği mücadelelerle şehirde bir klinik açtı. Köyüne tavuk çiftliği kurdu. Ziraat mühendisi biriyle evlendikten sonra işlerini genişletti. Annesine altı torun sevgisi yaşattı.


Annesi Kaya'ya 'kayanın dibinden doğan güneşim' diye iltifat ederdi. Annesinin hiç olmaz dediği bir anda şükür sebebi olan  Kaya, hayatının dönüm noktası ve annesinin itifatına ilham olan bu kayanın bulunduğu araziyi devletten satın alarak hem kendi mesleğini hem de eşinin mesleğini icra edebilecekleri bir konuma getirdi. Yine aynı araziye çocuklarıyla ve annesiyle birlikte mutlu bir şekilde yaşayabilecekleri bir ev yaptırdı. Yıllarca kendisiyle birlikte burada yaşayan annesi vefat edince annesinin vasiyeti üzerine kayanın dibine defnetti.


Hayat bazen hiç olmaz dediklerimizi karşımıza çıkarabilir. Önemli olan böyle zamanlarda karşımıza çıkan olmazları kabullenmeyi bilmektir. Ve olmazları olduran Allah'a şükredebilmektir. Vesselâm...

Emine KUREN

Gerçek Yaşam Öyküsü...

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...


CAN'DA CANDIR ŞEVKET CAN


Yıllar önceydi... Bir derneğin başkanlığını yapıyordum. Kültür Merkezi'nde bir konferans organizesi yapmıştık. Konferans öncesi bir operasyon geçirmiştim. Dikişlerim henüz üzerimdeydi. Pansuman olmak için hastaneye giderken konferansın hazırlıklarını kontrol etmek adına derneğe uğradım. Derneğe vardığımda afişlerin asılması için görev verdiğimiz arkadaşlarımızın görevlerini yerine getirmediğini gördüm. Bu duruma hem çok sinirlendim hem de çok üzüldüm. Bu sinir ve üzüntüyle afişlerin bulunduğu büyük poşeti elime aldığım gibi belediyeye gittim. Belediyenin kapısına geldiğimde rahatsızlığımın verdiği acıyla gözlerimden istem dışı gözyaşlarımın aktığını fark ettim. Elimdeki afiş poşetini bu gözyaşları ve acıyla sürükleyerek belediyenin içinde ilerlemeye başladım. İlerlerken birden karşımda bir bey belirdi. Bana önce cebinden çıkardığı peçeteyi uzattı. Sonra belediyeye gelme sebebimi ve neden ağladığımı sordu. Bende afiş astırma işlemleri için geldiğimi ve geçirdiğim ameliyattan dolayı şiddetli ağrılarım olduğunu, bu sebeple ağladığımı söyledim. Bunun üzerine elimdeki poşeti alıp beni itfaiyenin önüne kadar götürdü. İtfaiyedeki arkadaşlara gerekli işlemlerin yapılması konusunda yardımcı olmalarını söyledi. Beni büyük bir yükten kurtaran, bana yardımcı olan bu kişi dönemin fen işleri müdürü şimdinin ise Tarsus Belediye Başkanı Şevket Can'dan başkası değildi.


Birilerinin makam, koltuk sevdasıyla burunlarının kaf dağında olduğu bir devirde mütavezi kimliği ile her kesimden insanın sevgisini kazanan canda candır Şevket Can... Bu olay dikişlerimin açılmasına ve tekrar bir operasyon geçirmeme sebep olsa da soyadı gibi tüm Tarsus'a can olan birini yakından tanımama vesile olduğu için her daim büyük bir sevgiyle ve mutlulukla anıyorum...


Objektif düşüncede olan bir insanım. Siyaseti sevmiyorum, ilgilenmiyorum. Sevdiğim birkaç siyasetçi var. Sevdiğim birkaç siyasetçiden biridir Şevket Can... Bazen bana soruyorlar; "Neden seviyorsun?" Ben de diyorum ki; "başkasının haliyle hallenebilen, derdiyle dertlenebilen, mutluluğunda mutlu olabilen, acısını yüreğinde hissedebilen, ailesine ve halkına tutumu ile örnek olan, her şeyden öte en zor anımda bir hızır misali yanımda beliren ve yardımını esirgemeyen birini neden sevmeyeyim..." Bizim sevgimiz sözde değil özde, çıkarsız Allah içindir... Vesselâm...


11.07.2017

Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr


Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

2 Temmuz 2017 Pazar

KUMBARA

Soğuk bir kış günü, lapa lapa kar beyaza bürürken dört bir tarafı, doğum sancıları tutmuştu. Köy yollarının kapalı olmasından ve telefon tellerinin kopmasından dolayı ulaşımda sıkıntı yaşanmış, tüm köyü büyük bir panik ve telaş sarmıştı. Bu panik ve telaşla kar kızağı ile köyden şehire doğum için giderken bebeğini dünyaya getirmiş ancak bebeğini kucağına alamadan yolda vefat etmişti.


Karla kaplı köy yolunda dünyaya geldiği için babası ona Berfin ismini vermişti. Berfin küçük yaşlarda hayatı göğüslemiş, zor şartlar altında çok büyük mücadeleler vermişti. Önce köy hayatı ve ardından üniversite ile gelen şehir hayatı O'nu başarıya götüren basamaklar, tüm bu basamakları adımlarken en büyük destekçisi ise babasının verdiği nasihalar olmuştu.


Bir doğum günü akşamında babasıyla çaylarını yudumlarken, babası kendisi için hazırladığı doğum günü paketini buğulu gözlerle ve hayatının dönüm noktalarını oluşturacak sözlerle verdi. Babasının yürek kalemi ile tecrübe defterine not aldığı cümleler, söz olup dökülürken, büyük bir heyecan ile hediye paketini açtı. Hediye paketinin içinden çıkan ay yıldızlı kırmızı kumbarayı eline alarak babasının boynuna sarıldı, alnından ve ellerinden öperek teşekkür etti.


Berfin babasının kendisine verdiği bu kumbaraya, babasının nasihatlarını dinleyerek, hergün bir miktar para attı. Ay sonunda biriken bu parayı önceden tespit ettiği ihtiyaç sahibi başarılı bir öğrenciye ve yoksul bir aileye bağışladı. Mücadelelerinin ve sabrının meyvesini hayatının her safhasında toplayan Berfin, babasının ölümünün ardından da devam ettiği bu davranışıyla, birçok kişiye örnek olurken, bir o kadar kişininde geleceğe dair belirlediği hedeflerinin umudu oldu.


Son nefesine kadar yanından hiç ayırmadığı kumbarayla nice gençlerin, nice ailelerin umut ışığı olan Berfin'in bu örnek davranışını günümüzde de devam ettirenleri görünce çok mutlu oldum. Sosyal sorumluluk bilinciyle bu güzel hasleti ben de bir yaşam felsefesine dönüştürdüm. Ve gittiğim her yerde insanlara bu hikayeyi anlattım.


Toplumumuzun vazgeçemediği altın günlerinde onlarca pasta, börek israf ediliyor. Hem bu israfı engellemek, hem de bir umut ışığı olmak adına pastalara, böreklere edilen masraflarla ve damlaya damlaya göl olur misali kendi aramızda topladığımız meblalarla bir öğrenciye burs verebilir, bir yoksulun sofrasında ekmek, tuz olabiliriz. Tüm bunları yaparken gün arkadaşlarımızla, ailemizle istişare etmeyi ve yaşadığımız mahallede, köyde bizlerin bir tebessümüne ve bir güzel sözüne ihtiyacı olan nice insanlar olduğunu unutmamalıyız. Bu duygu ve düşüncelerle vatan, bayrak ve millet aşkıyla ülkesine can katan tüm canlara selam olsun...


 Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr


Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

YED-İ BEYZÂM...


En kıymetlim; 'Yed-i Beyzâ' yani beyaz el Hz. Musa'ya verilen en büyük mucizeydi. Bu mucizeyle devrinin kötülüklerini yok etmek adına mücadele verdi. Arâf Sûresi 108. ayet başta olmak üzere birçok ayette bahsi geçen bu mucizeden yola çıkarak 2001 yılının Haziran A'nda dünyaya merhaba dediğin gün adını Beyzâ koyduk. 


Bana annelik duygusunu yaşatan en büyük mucizem; seni ilk kucağımıza aldığımızda beyazının saf ışıklarını saçtın dünyamıza... İşte o an huzur yağdı sağnak sağnak hayatımıza... Evimizin bitmez, tükenmez bereketi oldun adeta...

Peygamber Efendimiz'in kokusunu saçının her telinde ciğerlerime kadar hissettiğim yetimim; Peygamber Efendimiz'le aynı kaderi paylaştığın gün bir yaşındaki masumiyetinle yüzüme dokunup, burnumu öptüğünde hayatın imtihanlardan ibaret olduğunu, inanarak ve mücadele ederek bu imtihanların üstesinden gelebileceğimizi hissettirdin bana... Seninle birlikte adımladığımız hayat yolunda bazen acıları yudumladık gözyaşlarıyla bazen de mutluluğa kanat çırpardık sevinç çığlıklarıyla... Tüm bu yaşadıklarımızdan öğrendiklerimiz bize kalkan oldu hayatın engebeli yollarında... Ve her şeye rağmen mücadele etmemiz gerektiğini öğretti yılmadan, yorulmadan dua dua...

Kimi zaman kardeş, kimi zaman arkadaş, kimi zaman dost olduğumuz bir tanecik evladım; hem benim, hem babanın öğrenci olmasından dolayı ilk oyuncakların kalem, defter ve kitap oldu. Sana hamileyken ve seni dünyaya getirdikten sonra seninle sürekli konuştuk. Sana ninniler, türküler söyleyip, Kur'an okuduk. Tüm bunlardan olsa gerek 8-9 aylıkken emeklemeden yürüdün ve konuştun. 4 yaşındayken de kendi kendine okuma-yazmayı öğrendin. Günlük gazeteleri okurken sergilediğin davranışların yıllar geçse de gözlerimin önünden hiç gitmiyor.

Yoldaşım, sırdaşım, geleceğe dair hayallerimin başkahramanı; doğumundan bu yaşına kadar sergilediğin mücadelelerinin ve başarılarının bana her zaman onurunu, mutluluğunu yaşattın. Yine bir mücadelenin başarısı olarak İtalya'ya gideceksin. Bu gidişin kendine, ailemize, vatanımıza ve milletimize hayırlar getirsin.

Varlığı şükür sebebim Yed-i Beyzâm; milli ve manevi duyguları özde yaşayarak, örnek yaşantısıyla toplumun neferi olman duası ve temennisiyle Rabbimiz, Peygamber Efendimiz, melekler ve şehitler yoldaşın, yolun açık olsun. Beni bıraktığın yerde sevgiyle ve duayla seni bekleyeceğimi bilmeni istiyor, görüşmek üzere seni bana mucize kılan Allah'a emanet ediyorum. Seni Allah için çok seviyorum ve o güzel yanaklarından öpüyorum.

Seninle sonsuza dek birlikte olmak isteyen annen...

Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

BİR AŞK HİKAYESİ


Evliliklerinin üçüncü ayında  tatil yapmak adına çıkmışlardı yola... Büyük bir heyecan ve mutlulukla arabaya binerken birbirlerine duydukları aşk gözlerinden okunuyordu adeta... Kat ettikleri yol aşklarını devleştiriyordu yürek atışlarında...


Direksiyon başındaki eşine dakikalarca baktıktan sonra eşinin saçını okşadı ve vitesteki elinin üzerine elini koyarak O'na duyduğu sevgiyi ve aşkı dillendirmeye başladı. Eşi de aynı şekilde duygularını dile getirdi. Karşılıklı dillendirilen duygular sel olup akarken yüreklerinden, fren sesi ve çığlıklar gökyüzüne yükseldi...


Karşı şeritten gelen tırın şoförü önündeki kamyonu sollayınca direksiyon hakimiyetini kaybederek genç çiftin bulunduğu arabaya çarpmıştı. Bu çarpma sonucu ağır yaralanan çift hastaneye kaldırılarak tedavi altına alınmıştı. Ali yaklaşık bir ay süren tedavinin ardından hastaneden çıksada Ayşe yoğun bakımdaki 6 aylık tedavi sürecinden sonra bitkisel hayata girmişti.


Hiç beklemedikleri anda trafik kazasıyla  hazanlar dökülmüştü 'iyi günde kötü günde' diyerek başlayan evliliklerinin ve mutluluklarının üzerine... Kor bir ateş düşmüştü büyük bir aşkla bağlandıkları yüreklerine...  Ya bu kor ateşini söndüreceklerdi ya da alevlenen kor ateşinde kaybolacaklardı...


Canı gibi çok sevdiği eşi Ayşe, artık bitkisel hayattaydı. Ayşe ile daha iyi ilgilenebilmek için evlerindeki bir odada yoğun bakım ünitesi kurdu. Her sabah uyandığında ilk önce Ayşe'nin yanına giderdi. Ayşe'nin kişisel bakımını yaptıktan ve ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra O'nunla konuşurdu. O'na günlük gazeteleri okur, sevdiği şarkılardan söylerdi. Tam yedi yıl boyunca sabır taşını göğsünün üzerine basarak, göz yaşında sevgisini sandal yapıp, ufka giden yolda kürek sallayarak ilgilendi Ayşe ile...


Herkes kendisi gibi sabırlı değildi. Aile bireylerinden şikayet geldikçe karısının üzerine kapanıp saatlerce ağlıyordu.  Böyle zamanlar da karısının nefesindeki sıcaklıkta şükür deryasına dalıyordu.


Melek Hemşire hastanede iki ayda bir yapılan tedavilerde en büyük yardımcısıydı. Moral kaynağı Melek Hemşire'yle dertleşmek az da olsa rahatlatıyordu. Yine birgün O'nunla dertleşirken eşinin vücudunda oluşan yaralara duyduğu üzüntüyü dile getirdi. Dile getirirken gözyaşlarını tutamadı. Öyle ki bir ara hıçkırık sesleri hastane koridorunu inletti. Melek Hemşire bu zorlu yolda sabrının mükafatını mutlaka alacağını söyleyerek teselli etmeye çalıştı. Ve bittim noktasında kuluna yetişen Allah'ı hatırlattı. Yaşadığı tüm bu zorlukların ardından gelecek olan kolaylıkları ve güzellikleri anlattı.


Yıllar gözlerinden yaş olup akarken adı gibi karekteride melek olan hemşireden evlilik teklifi aldı. Bu evlilik teklifi karşısında çok şaşırdı, hüzünlendi. Günlerce düşündü. Avukat arkadaşlarına ve çevresine danıştı. Aile danışmanlarının gözetiminde ve arkadaşlarının desteği ile çocuk esirgeme yurdunda hayatı adımlamış Melek Hemşireyle evlilik sözleşmesi yaparak evlendi. Evlilik sözleşmesinde tek madde vardı. O da büyük bir aşkla bağlı olduğu ilk göz ağrısı ile ilgiliydi. Kaç yıl olursa olsun ilk göz ağrısına ölünceye kadar en güzel şekilde bakılacaktı.


Yaşantısıyla herkesin takdirini kazanmış Ali'nin yükü Melek Hemşire ile evlendikten sonra azalmıştı. Anne ve baba özlemiyle büyüyen Melek tüm bu özlemlerini hayatının anlamı Ali'de gidermişti. Canından çok sevdiği Ali'nin mutluluğuna mutluluk katmak, bitkisel hayattaki Ayşe ile daha çok ilgilenebilmek için görevinden de istifa etmişti. Bu fedakarlığı ile Ali'nin gönlünü feth etmişti.


Yıllar sonra baba olmanın mutluluğunu yaşamıştı. Uğrunda senelerce fedakarlık yaptığı ilk göz ağrısının adını verdiği kızı tüm acılarına merhem olmuştu... Melek Hemşire verdiği sözde durup ölünceye kadar Ayşe'ye bakarken ardı ardına dünyaya getirdiği 3 evladı gösterdiği fedakarlığın en büyük ödülü olmuştu.


Hayatın en kaçınılmaz gerçeğidir ölüm... Ayşe bu acı gerçeği trafik kazasından 20 yıl sonra yaşadı. Ali onu toprağın bağrına emanet ederken, ellerinden savrulan toprağa göz yaşları karıştı. Ali, Melek ve çocukları; bir araya gelme vesileleri Ayşe'nin mezarı başında saatlarce ağlayarak dua ettiler. Aşkı ve hayatı destanlaşan Ali ve O'na bu destansı hayatta dayanak olan Melek Hemşire de fedakarlığı ile tüm gönüllerde taht kurdu.


Hayatlarından yaşama dair dersler çıkardığımız tüm canları minnetle anıyorum...

(Gerçek Yaşam Öyküsü)


Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

ZAFER SANCAĞINI GÖNDERE ÇEKEN KADIN


Türkiye'deki kadın profillerini gündeme taşımak amacıyla çıktığım yolda ilk durağım Topaklı Köyü, beni köye çeken ise yaşamı ve başarısıyla herkesin takdirini kazanmış Asuman Çetin oldu.


Asuman'ı sosyal medyadaki paylaşımları ile tanıdım. Sosyal medyada üyesi olduğu grubun yönetimiyle yaptığım görüşmelerin ardından beni Asuman'la bir araya getirdiler. Bu anlamlı buluşmaya vesile olan grup yönetimine  teşekkürlerimi sunuyorum.


33 yaşındaki Asuman yüreğindeki sevginin sıcaklığını etrafına hisettiren, dudaklarından ve gözlerinden tebessüm hiç eksik olmayan bekar bir girişimci. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın kırsal kalkınma desteklemeleri kapsamında, genç çiftçi projelerinin desteklenmesi programından, 2016 yılında 'Kanatlı Projesi'yle genç çiftçiler kervanına kadın kimliği ile katılmış.


Sabahın ilk ışıklarıyla bir gününün başladığını belirten Asuman bakımını üstlendiği hayvanlarının bakımlarını yaptıktan sonra yemek ve dinlenmek gibi ihtiyaçlarının dışındaki tüm zamanını hayvanlarıyla geçirdiğini söyledi. Tüm bu yaptıkları söz olup dilinden dökülürken, heyacanı kalp atışlarında duyuluyordu adeta...


Duygularını açık yüreklilikle dile getirirken hasbelkader müracaat ettiği 'Kanatlı Projesi'nin bir parçası olmasının mutluluğu gözlerinden ve davranışlarından okunuyordu. Benimle konuşurken ara sıra hayvanlarına sarılıp,  öpmesi ve onlarla konuşması bu mutluluğun en anlamlı ifadesiydi.


Çocukluk hayaline yıllar sonra kavuşan genç çiftçi Asuman; başarısının sırrının sevmekten geçtiğini söylerken, sevgi ve emeğin ayrılmaz bir bütün olduğunu yaşamından kesitler sunarak anlatı. Tüm anlattıklarından gördüm ki sevgisi damla damla umut olup emeğininin üzerine serpilince, zafer sancağını çekmişti göndere...


Annesini yıllar önce kaybeden Asuman başarısında babasının rolünü buğulu gözlerle ve minnet duyguları ile ifade etti. Bir çocuğun dünyaya gelmesindeki ve yaşamındaki önemli etkenlerden biridir, bir insanı zirveye taşıyan en güçlü dayanaktır baba.... En değerli varlığı babasını Asuman'ın dilinden dinlerken babasız onlarca yetim geldi aklıma... Bir baba hayatta olsa da, olmasa da koruyucu bir kalkandır çocuğuna... Babası ile arasında kuvvetli bir diyalog olan Asuman bunların  bilinciyle ve babasının desteğiyle daha nice proje ve çalışmalar yapmak istediğini babasının gözlerine bakarak anlattı.


Her genç kızın hayalidir mutlu bir evlilik... 2 yıllık üniversite mezunu genç çiftçimiz kriterlerine uygun birini bulunca evlenmeyi düşünüyor. Genç yaşta, tek başına büyük bir sorumluluğu üstlenerek başarıya ulaşmış Asuman'ın iş hayatında yakaladığı başarıyı evlilik hayatında da yakalayacağını gözlemledim konuşmalarından... Ve o konuşurken kalbimden dua ettim; "Allah karşısına kendini anlayacak, duygularının tercümanı olacak, başarıya giden yolda zafer sancağını birlikte taşıyacak bir eş çıkarsın..."


Hayvanların dahi şiddeti hak etmediğini söyleyen kadın girişimcimiz; 'Kadına Şiddet' konusuna üzüldüğünü, yetkililerin bu konuyla ilgili en kısa zamanda çözüm olacak çalışmalar yapmalarının doğru olacağını, kadınların birlik, beraberlik ve dayanışma içinde olması gerektiğini söyledi.


Tavukçuluk sektörü günümüzdeki en önemli sektörlerdendir. Anne sütünden sonra insanlar için en önemli protein kaynağı olan yumurta üreticiliği ile tavukçuluk sektöründe başarıdan başarıya koşmak istediğini duyduğumda O'ndaki azim ve kararlılığı gördüm. Bu azim ve kararlılıkla hedeflerinin peşinden koşan, attığı her adımda zaferler yaşayacağına inanan biriyle  tanışmış olmanın mutluluğunu yaşadım.


Gül Name ile çıktığım yolda bu hafta, zafer sancağını göndere çeken kadın Asuman Çetin'in evine konuk oldum. Hadi şimdi sizde en samimi dostlukların ve muhabbetlerin mimarı olan bir çay demleyin... Müsaitseniz geliyorum, beni bekleyin... Görüşmek üzere dostçakalın, hoşçakalın...


Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...

BİR ÇINARIN GÖLGESİNDE ÖMRE BEDEL BİR MEDENİYET...

Yıllar önce kazandığı halde okuyamadığı ukdesi yıllar sonra Tarsus Medeniyetler Beşiği Sayfası'nda filizlenip, Tarsus ve Tarsus Halkı'nın gölgelendiği koca bir çınar oldu adeta... Hayalini kurduğu ukdeler gözlerinde ışıltı olup insanlığı yadınlatırken çınarın dalları azmin zafer sancağı oldu  bayrağı hep dalgalanan...
Azmin zafer sancağını taşıyan bir nefer olmak... Devrinin Fatih'i olmak... Ve nice fetihler gerçekleştirmek... Bir kutlu sevdayı nesilden nesile taşımak... Dava insanı olmak... Bu bilinçle davası uğruna canını ortaya koymak, her şeye rağmen sancağı elden bırakmamak... Kısaca; serden geçmenin, karanlıktan aydınlığa, hüzünden mutluluğa, yokluktan varlığa, hasretten kavuşmaya nice çağların açıldığı fethin gerçekleştiği kaledir Medeniyetler Beşiği Sayfası... Bu fethin Fatih'i olmak büyük bir onur, büyük bir mutluluk... Bu mutluluğun mimarı, gölgesinde huzur bulduğumuz 'Koca Çınarımız' sayfa kurucumuz Rıfat Çınar, editör arkadaşlarımız Münire Kantarcı Aratekin, Haluk Öner ve Emine Kuren ile Tarsus Medeniyetler Beşiği Sayfası çatısı altında bir nefes, bir ses, bir can olmanın, kutlu bir sevdada, kutlu bir davada öncülerden, rehberlerden olmanın derdindeyiz... Aynı amaç doğrultusunda bir araya gelerek nice çalışmanın, nice hayrın imzası olduğumuz candan dostlarla sonsuza denk birlikte olmanın dua ve gayretindeyiz... Biz büyük bir aileyiz... 
Amacımız; birçok medeniyete ev sahipliği yapmış Tarsus'un tarihi ve kültürel değerlerinin korunması ve tanıtılmasına katkıda bulunup sosyal sorumluluk bilincini, paylaşma, yardımlaşma ve dayanışma şuurunu geliştirmektir.
Misyonumuz; Türkiye'de ve dünyada bulunan Tarsus'lular arasında birliği, ekonomik ve sosyal yardımlaşmayı sağlayarak, yöresel kültürümüzün tanınmasına ve tüm insanlar tarafından öğrenilmesine aracı olup maddi durumu iyi olmayan hemşehrilerimizin sıkıntılarına çözüm üretmektir. Tarsus'luların tanışma ve kaynaşmalarını sağlayacak sosyal ve kültürel faaliyetler yapmaktır.
Vizyonumuz; Tarsus Medeniyetler Beşiği Sayfası olarak yerel ve evrensel değerlere sahip, azim ve kararlılıkta hemşehrilerimize hizmet eden dürüst, dinamik ve çalışkan, girişimci, gelişime açık, gelecekte söz sahibi olan,  ülkemizde ve dünya da Tarsus'un tanıtımına katkı sunan bir sosyal medya olmaktadır.
Hedeflerimiz; Daha geniş kitleye ulaşıp, bununla ilgili olarak amacına uygun çalışmalar yaparak sayfa bünyesinde gerçekleştirilen tüm çalışmaların alanını genişletmektir.
Kısaca; bir çınarın gölgesinde ömre bedel bir medeniyettir Tarsus Medeniyetler Beşiği Sayfası... Bazen bir iğnenin ucundaki damlada tarihi bir yerdir. Hiç beklenmeyen bir zamanda, mangalda pişmiş eti bir bukete sarıp, sevdiğine sevginin Tarsus'ça ifadesi olarak vermekdir. Memleket hasretindeki bir askerin yüreğindeki özleminin bir cezerye kutusuyla giderilmesidir. Kimi zaman bir yoksulun evinde göğe yükselen sevinç çığlığıdır. Geleceğin teminatı öğrencilerin yol rehberi ve hedefleridir. Tarihin, coğrafyanın, kültürün, yardımlaşma ve dayanışmanın sosyal medyada anlam bulmasının tek ifadesidir... Vesselâm...

Emine KUREN

http://gullnamee.blogspot.com.tr

Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...