Yaptığı erken evlilik ve ardı ardına dünyaya gelen dört erkek evladıyla köyünde verdiği mücadele dillere destandı. Kimine abla, kimine sırdaş, kimine dost, kimine de yoldaştı. Bazen sofrasındaki bir kuru ekmekle bazen de bir tas çorbayı paylaşınca mutlu olurdu. Başkalarının derdiyle dertlenip çözüm bulmak için hüzün ve gözyaşıyla çırpınırdı.
Ardı ardına olan dört evladını kısa aralıklarla evlendirmişti. Bu evliliklerden altı tane torunu olmuştu. Kendilerine ait bir arsada her bir evladına ayrı ayrı tahsis ettiği küçük kulübelerde çocukları, gelinleri ve torunlarıyla huzur içinde yaşıyorlardı. Eşi, çocukları ve gelinleri köy ağasının tarlalarında ırgat olarak çalışıyorlardı. Kendisi de köy ağasının çiftliğinde aşçılık yapıyordu.
Bir sabah mide bulantısıyla uyandı. Koşarak lavaboya gitti. Mide bulansı ve baş dönmesi yaşayınca telaşlandı. Kimse görmeden şehre gidip hamilelik testi aldı. Eve gelip bu testi yaptığında hamile olduğunu gördü ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Çünki o torun sahibi biriydi. Bu düşünceyle o kadar çok utanmıştı ki... Bu utançla hamile olduğunu kimseye söylemedi.
Kilolu birisi olunca aylarca kimse onun hamile olduğunu anlamadı. Bir sabah sancıyla uyandı. O kadar telaşlanmıştı ki eşine ve çocuklarına işe gidemeyeceğini acilen şehre gitmesi gerektiğini söyledi. Büyük bir hızla ve telaşla evden çıktı. Köy dolmuşuna bindi. Belirli bir noktaya geldiğinde dolmuştan indi ve dağa doğru yürümeye başladı. Yürürken sancısı arttı. Tüm doğum belirtileri gerçekleşirken eşine, çocuklarına, torunlarına ne diyeceğinin hüznüne kapıldı. Torunları olan birisinin nasıl olurda bebeği olur utancı yaşadığı için bebeğini dağda doğurup bir kayanın dibinde bırakma kararı aldı.
Dağda gördüğü büyük bir kayanın dibine oturup artan en son sancı ile birlikte bebeğini dünyaya getirdi. Köyün ebesinden edindiği tecrübe ile bebek doğduktan sonra yapılması gerekenleri gözyaşı ve acıyla yaptı. Bebeğini bağrına bastı, öptü ve kokladı. Uzun uzun emzirdi. Sonra bebeğini bir kundağa sarıp okuduğu ağıt ve ettiği dualarla kayanın dibine bıraktı.
Masum bakışlı bebem ninen sanma ben ananım...
Senin hasretinden şimdiden yandı sol yanım...
Bebe kokuna doyamadım....
Oy dağlar ben nidem, durmaz akar göz yaşlarım...
Canından bir parçayı dağda bırakmış olmanın dayanılmaz acısıyla köye doğru yürümeye başladı. Köye yaklaşırken köyün girişinde yaşanan kargaşayı fark etti. Kargaşadan yükselen çığlıklarla ürperdi. Kargaşanın olduğu yere doğru koşmaya başladı. Olay yerine geldiğinde bir traktörün devrildiğini ve üzeri kapalı cesetleri gördü. Orada bulunanların kendisini gördüğünde susmalarına ve kendisine boş gözlerle bakmalarına bir anlam veremedi. Olay mahalini, devrilen traktörü ve üzeri örtülü cesetleri süzdü. Üzeri örtülü cesetlerden birinin dışardaki elinin yanında duran yün bebeği fark etti. Bu bebek torunu için işlediği bebekti. Koşarak cesedin yanına gitti. İşlediği bebeği eline aldı. Sonra cesedin dışardaki eline baktı. Bu elin sahibi torunundan başkası değildi. Feryat ederek cesedin üzerini açtı ve yüzünü öptü. Yine feryat ederek ve koşarak diğer cesetlerin üzerini açtı. Üzerlerine kapanarak ve ondan ona koşarak döktüğü gözyaşları ve feryad-ı figanı yürekleri dağladı.
Kendisi dağda iken eşi, çocukları, gelinleri ve torunları köy ağasının traktörüyle çiftliğe giderken traktör şarampole yuvarlanmış traktörü kullanan şoförle birlikte traktörün kasasında bulunanların hepsi ters dönen kasanın altında can vermişti.
Yaşadığı bu büyük acıyla tüm ailesini toprağa emanet ederken aklına dağda bıraktığı bebeği geldi. Benim dağda bir bebeğim var diye bağırmaya başladı. Herkes üzüntüden aklını yitirdiğini sandı. Köy muhtarı onun gözyaşlarına ve feryadına dayanamadı. Cenazelerin defin işlemlerinden sonra teselli olması için birkaç kişiyle birlikte atlara binerek O'nun bahsettiği kayanın dibine geldiler. Gördükleri manzara karşısında şaşkına döndüler. Güneşten yüzünün bir tarafı kızarmış bebeği alarak köye geldiler.
Kaya ismini verdiği bu bebek hayatının geri kalan kısmında en büyük tesellisi oldu. Kaya kendisini büyük emeklerle büyüten annesine lâyık bir evlat olmak adına mücadele verdi. Veterinerlik Fakültesi'ni büyük bir başarı ile bitirdikten sonra yine verdiği mücadelelerle şehirde bir klinik açtı. Köyüne tavuk çiftliği kurdu. Ziraat mühendisi biriyle evlendikten sonra işlerini genişletti. Annesine altı torun sevgisi yaşattı.
Annesi Kaya'ya 'kayanın dibinden doğan güneşim' diye iltifat ederdi. Annesinin hiç olmaz dediği bir anda şükür sebebi olan Kaya, hayatının dönüm noktası ve annesinin itifatına ilham olan bu kayanın bulunduğu araziyi devletten satın alarak hem kendi mesleğini hem de eşinin mesleğini icra edebilecekleri bir konuma getirdi. Yine aynı araziye çocuklarıyla ve annesiyle birlikte mutlu bir şekilde yaşayabilecekleri bir ev yaptırdı. Yıllarca kendisiyle birlikte burada yaşayan annesi vefat edince annesinin vasiyeti üzerine kayanın dibine defnetti.
Hayat bazen hiç olmaz dediklerimizi karşımıza çıkarabilir. Önemli olan böyle zamanlarda karşımıza çıkan olmazları kabullenmeyi bilmektir. Ve olmazları olduran Allah'a şükredebilmektir. Vesselâm...
Gerçek Yaşam Öyküsü...
http://gullnamee.blogspot.com.tr
Yazılarımın izinsiz ya da kaynak belirtilip link verilmeksizin kopyalanması, yayınlanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suçtur...